“Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar” kitabının yazarı Mebruke Bayram ile yapılan röportajı, Ziraat Mühendisi Fatih Özden’in yazdığı yazıyı ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinin yaptığı açıklamayı okuyacaksınız.
GDO'larla ilgili yazdığınız kitabın adı "Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar" aslında her şeyi anlatıyor. Ama okumamış olanlar için, hem bu adın anlamını hem de GDO'nun dünya ülkelerine ne gibi zararlar verdiğini anlatabilir misiniz?
Genetiği değiştirilmiş gıdalar, çevre ve insan sağlığı için risk içeren, patent vb. uygulamalar nedeniyle ekonomik açıdan da sakıncalar doğurabilecek, çiftçi ve tüketici haklarını hiçe sayan uygulamaların hayata geçirilmesine yol açan gıdalardır.
Gıdalar, tarımda makineleşmenin, sentetik kimyasal ilaç ve gübrelerin, yeni nesil tohumlukların kullanılmaya başladığı 1960-70'li yıllara denk gelen "yeşil devrim" sürecinden bu yana büyük bir değişim yaşıyor. 90'lı yıllarda piyasaya sürülmeye başlayan genetiği değiştirilmiş gıdalarla birlikte bu değişim daha da hızlandı. Daha fazla ürün elde etmek uğruna yapılan işlemler gıdaları olduğundan başka bir şeye dönüştürmeye başladı. Gıdaların içeriği dahi farklılaşmış durumda. Örneğin sebze-meyvelerin içerisinde doğası gereği bulunması gereken bazı maddeler, "yeşil devrim" ürünü, sözde "yüksek verimli" tohumluklar ve üretim sürecinde kullanılan sentetik kimyasallar sayesinde giderek azalmaya başladı. Gıdanın aslıyla hiç ilgisi olmayan katkı maddeleri ve koruyucu maddelerse giderek çoğalıyor.
Büyük şehirlerde baş döndürücü bir tempo içerisinde yaşayan tüketiciler hangi gıdayı tüketeceği konusunda şaşkına çevrilmiş durumda. Gıdanın içeriği ve besleyiciliğinden çok ambalajı dikkat çekiyor. Oysa ambalajlar bize gerçeği söylemiyor. Örneğin marketten aldığınız süt, yumurta vb. ambalajların üzerinde görünen mutlu hayvanlar gerçekte yok. O ambalajın içindekini üreten hayvan gün ışığını hiç görmeden, kapalı, sıkışık ortamlarda doğasına uygun olmayan bir biçimde yaşıyor.
Yeşil devrim, "gıda miktarını artırmazsak dünya aç kalacak", "açlığı sona erdireceğiz" gibi sloganlarla sunulmuştu. Ancak süreç, endüstriyel üretim yapan, kimyasal girdileri, makineleri üreten şirketlere yaradı. Şirketler büyük kârlar elde ettiler, birbirlerini yutarak büyük devler haline geldiler. "Yüksek verimli" tohumlukları, sentetik tarım ilacı ve gübreleri kullanmaya yetecek parası olmayan, sürece uyum sağlayamayan çiftçiler ve küçük üreticilerse tarımdan çözüldü, mesleklerini terk ederek şehirlere göç etmeye başladılar. İşsiz kalan, yerinden yurdundan olan küçük çiftçiler birer birer açlar ordusuna katıldı. Gıda miktarında gerçekten bir artış sağlandı ancak ne yazık ki açların sayısı da arttı. Yeşil devrim açlığı sona erdirmek bir yana açlık yaratan bir mekanizma haline geldi.
Yeşil devrimin getirdiği tarım uygulamaları, birim alandan daha fazla ürün elde etmek dışında her şeyi yok saydığı için çevrenin zehirlenmesine, toprakların verimliliğinin düşmesine, suyun tüketilmesine ve kirletilmesine yol açtı.
Şimdi genetiği değiştirilmiş gıdalar için aynı propagandayı gündeme getiriyorlar. Madem bu gıdaları piyasaya süren ulusaşırı gıda tekelleri açlığı sona erdirmek gibi ulvi bir amaca sahipler, neden ürettikleri bitki cinslerini patent altına alıyorlar? Madem ki amaç kâr elde etmek değil, öyleyse bütün patentlerin ve tohumlarda sonraki nesilde üremeyi engelleyen bütün uygulamaların kaldırılması gerekiyor.
Genetiği değiştirilmiş gıdalar, "yeşil devrim"le birlikte başlayan tarımın şirketleşmesi sürecinin bir parçası. Dev tekeller zaten büyük oranda ele geçirmiş oldukları tarım ve gıda piyasasını tamamen kendi kontrolleri altına almak için çeşit çeşit politika üretiyor, GDO'lar ve patentler de bu politikanın bir parçası. GDO üreticisi tekeller patentler yoluyla gıdayı kaynağında, yani tohum olarak kontrol altına almak istiyorlar. O nedenle kendinden sonraki nesilden ürün vermeyen tohumluklar üreterek çiftçiyi sürekli kendisinden tohum almaya zorluyorlar.
Üstüne üstlük bir de patent bedeli tahsil ediyorlar. Biliyorlar ki tohumu kontrol eden gıdayı kontrol eder. DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, neredeyse ulusaşırı şirketlerin kârlarına kâr katması için çalışmaktan başka bir iş yapmıyor. İnsanlar için hayati önemde olan gıda, uluslararası siyaset arenasında politik oyun ve çıkarlara alet edilerek insanlara doğrultulmuş bir silah olarak kullanılabiliyor. Kitabın adını seçerken bütün bunları bir arada özetlemek istedim."
"GDO'ya Hayır" platformunda da aktif olarak görev alıyorsunuz. Platform üyelerinin, GDO konusunun da dahil olduğu yasa tasarısı hakkında TBMM yetkilileri görüşmeleri oldu mu?
"Platform içerisinde uzun bir süre aktif olarak yer aldım, ancak yaklaşık bir yıldır platformun çalışmalarına aktif olarak katılamıyorum. GDO konusu, Biyogüvenlik Yasa Tasarısı, Tohumculuk Yasası vb. yasa ve yönetmeliklerin gündeme geldiği zamanlarda sık sık tartışıldı. Platform da bu tartışmalara katıldı, görüşlerini pek çok kez kamuoyuna, meclisteki komisyonlara, zaman zaman da milletvekili ve bakanlara iletti.
Biyogüvenlik Yasası ülkemizde uzun yıllardır sürüncemede bırakılmıştı. Yasanın hazırlanmasına katkıda bulunan Biyogüvenlik Komisyonu pek çok kez toplanıp dağıldı, yeniden oluşturuldu. Komisyonda bulunan kimi bilim insanları GDO'ların ülkemiz için oluşturabileceği riskleri öne sürerek yasanın GDO'ların ekimini yasaklayacak şekilde çıkarılmasını istiyordu. Birkaç yıl önce yasa taslağı yeniden gündeme geldiğinde Platformun temsilcileri de Biyogüvenlik Komisyonu toplantılarına katılarak görüşlerini aktardı. Yasada platformun, diğer sivil toplum kuruluşlarının ve bazı bilim insanlarının görüşlerini de dikkate alarak bazı değişiklikler yapıldı. Ancak yasanın bu değiştirilmiş hali de uzun süre beklemede bırakıldı. Şimdi gündeme getirilen yasayla GDO'lar yeniden önümüze sürülüyor.
Ülkemizin bir Biyogüvenlik Yasası'na ihtiyacı olduğu doğrudur. Ancak Biyogüvenlik Yasasının biyogüvenliği gerçekten sağlayacak, halkın çıkarlarını ve çevreyi koruyacak bir yasa olması gerekiyor. GDO'ların serbest bırakılması, Türkiye gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin ülkeler için risk demek. Biyogüvenliği sağlamayan, biyogüvenlik açısından risk yaratabilecek her şeyi serbest bırakan bir Biyogüvenlik Yasası'nın çıkarılmasının anlamı yok. Biyogüvenlik Yasası'nın tarımsal alanda GDO'ların ekimini ve ticaretini yasaklayan bir şekilde yapılması gerekiyor."
Son olarak Almanya'nın da dahil olduğu Fransa, Avusturya, Macaristan, Yunanistan, Lüksemburg gibi Avrupa Birliği ülkeleri GDO'yu yasakladı. Peki Avrupa Birliği ile müzakereler devam ederken bu örnekler göz önünde bulundurulmadan sizce neden Türkiye'de bu yasa gündeme geliyor?
"Avrupa ülkeleriyle ABD arasında GDO konusunda yaşanan tartışmalar GDO'ların piyasaya sürüldüğü ilk yıllardan bu yana devam ediyor. AB, uzun bir süre boyunca GDO'ların Avrupa'ya girişini engelleyecek "de facto moratoryumu" olarak adlandırılan politikalar izledi. Ancak GDO üreticilerinin bütün dünya çapında sürdürdüğü, IMF, DTÖ, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşları da etkileyen lobi faaliyetlerine ve baskılara daha fazla dayanamayarak bazı GDO'lu ürünleri serbest bıraktı. Serbest bırakılan sayılı bazı ürünlerde dahi sıkı bir kontrol uygulamaya devam etti. Avrupalı tüketicilerin, çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının ve çiftçilerin GDO'lu ürünlere karşı yoğun bir muhalefet sergilemesi sonucunda kimi ülkeler GDO'yu yeniden yasaklamaya başladı.
Avrupa Birliği'nin hem ticari nedenler hem de çevre, insan sağlığı vb. riskleri ve çiftçi-tüketici tepkisini gözönünde bulundurarak uyguladığı bu yasak GDO ticaretinin yaygınlaşmasının önünde bir engel oluşturuyor. Bu nedenle GDO üretimi ve ticaretinin yoksul ülkelere doğru kayacağını zaten öngörüyorduk. Bu öngörüler yavaş yavaş hayata geçiyor. Gelişmiş ülkelerde istediklerini bulamayan GDO üreticileri yoksul ülkeleri hedef almaya başladı."
Toprağımız, insanımız, bitki ve hayvanlarımız açısından büyük riskler içeren GDO Türkiye'ye ne kazandıracak ki yasalaşması için bu kadar çaba harcanıyor?
"Türkiye'nin GDO'ya ihtiyacı yok. Tarım ve gıda sistemimizde doğru politikalar hayata geçirilirse, tarım ve gıdada hem kendi halkımızı hem de çevre ülkeleri doyurabilecek bir potansiyele sahibiz. Ülkemizde genetiği değiştirilmiş gıdaların ekilmeye başlaması zaten binbir türlü sorunla boğuşmakta olan tarım sistemimizi daha da sorunlu hale getirmekten başka bir işe yaramayacak.
Yukarıda sözünü ettiğim meşhur "gıda miktarı artmazsa dünya aç kalacak" propagandası ısıtılıp ısıtılıp yeniden gündeme getiriliyor. O zaman, yeşil devrim'in başlangıcından beri gıda miktarı sürekli arttığı halde insanlar neden aç kalmaya devam ediyor, bunun bir açıklaması yapılmalı.
Açlığı sona erdirmek için, propaganda edildiği gibi gıda miktarını artırmak değil, önce paylaşımın adil olmasını sağlamak gerekiyor. Paylaşımın adil olması içinse yoksulluk üreten bir mekanizma olan endüstriyel tarım ve gıda sistemi yerine, yoksul çiftçileri, yoksul tüketicileri koruyan, onların haklarını güvence altına alan, doğayla dost bir tarım ve gıda sistemini hayata geçirmek lazım..."
Nihal Doğan
GDO (Gözü Dönmüş Organizmalar)
Yeni biyogüvenlik yasası ile genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretilmesine izin verilecek. Bakarsınız bu gıdalar bizlerin genlerini de değiştirir ve bundan sonra avucumuzun içinden kayıp giden tarıma, doğaya ve dünyaya sıkı sıkı sarılır, kıymetini daha iyi anlarız. Bakarsınız gözü dönmüş organizasyonların başındakiler kârı değil insanı önceleyen kararlara imza atmaya başlarlar.
Bakarsınız diyorum, çünkü biyoteknoloji ürünü GDO’ların etkilerinin henüz ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bilmemiz istenen bu organizmaların açlığa çözüm olacağı ve kimyasal girdi kullanımını azaltacağı. Yarım asır önceki yeşil devrimin de açlığı ortadan kaldıracağı söylenmişti, oysa yeşili devirmekle kaldı. Sorun teknoloji değil elbette, sorun teknolojinin hangi ellerde ne için kullanıldığıyla ilgili. Ne yazık ki bu teknolojiler bugüne kadar büyük tekeller tarafından büyük kârlar için kullanıldı.
Herhalde bu yasanın en büyük savunularından birisi, bugüne kadar farkında olmadan bizlere tükettirilen GDO’lu gıdaların bundan böyle kontrollü olarak üretileceği veya ülkeye giriş yapacağı savı olacak. Yetkililer “adı üstünde biyogüvenlik” diye açıklama yapacaklar. Arkasından bu gıdaların ne kadar sağlıklı olduğuyla ilgili, belki de üniversite onaylı, reklamlar izleyeceğiz. Sonra bir bakmışız genetiği değiştirilmiş gıdalar ve bu gıdaların tüketimi, bugün her köşe başında bulunan ve bir devlet büyüğümüzün oğlu tarafından ülkeye sokulan mısır taneleri kadar yaygınlaşmış. Peki bu kadar mı, tabiî ki değil. Zira sermaye biriktikçe kendine yeni oyun (kâr) alanları bulmak ister. Ondan sonra da sıra, şimdilik uygulama dışında tutulacağı söylenen bebek mamalarına gelecek tabi.
Sadece sebzenin meyvenin tadını kaçırmıyoruz, hayatın da tadı tuzu kalmıyor, tadımız kaçıyor yani anlayacağınız. Bu daha başlangıç, önümüzdeki on yıllarda, insan bilinci buna alıştırıldığında, sıra GDİ’lere yani Genetiği Değiştirilmiş İnsanlara gelecek. Sonra ver elini Cesur Yeni Dünya.
Hz. İbrahim’i atmak için büyük bir ateş yakmışlar. Bu esnada bir karınca su taşıyormuş. Yolda giderken karşılaştığı karıncalar nereye gittiğini sormuşlar. Karınca, “Hz. İbrahim’i atacakları ateşi söndürmek için su taşıyorum” demiş. Karıncalar gülmüşler, götürdüğü suyun ateşi söndürmeye yetmeyeceğini söylemişler. “ Olsun” demiş karınca “ben de biliyorum yetmeyeceğini, ama hiç olmazsa safım belli olsun”. Benimki de o misal, hiç olmazsa safım belli olsun, hiç olmazsa safınız belli olsun.
Ateşe su taşıyan karıncaların sayısının artması dileğiyle.
Fatih Özden, Ziraat Mühendisi
www.karasaban.net
Buğday Derneği, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) İle İlgili 7 Noktaya Dikkat Çekiyor
Devlet Bakanı Cemil Çiçek ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’in basında yer alan “GDO’lu bitkilerin Türkiye’de yetiştirilmesi” ile ilgili açıklamaları üzerine Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Türkiye’nin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili geri dönüşü olmayan bir yola girmemesi için hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini yedi önemli noktaya çekiyor.
Buğday Derneği, her ne kadar bu konuyla birlikte yeniden gündeme gelen, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nın kurulması ve yeniden yapılanmasını destekliyorsa da, Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini aşağıdaki noktalara çekmek ve geri dönüşü olmayan bir adım atılmadan önce gerekli tüm sorgulamanın sağduyu ile tarafsız ve bilimsel olarak yapılması gerektiğini savunuyor:
- GDO günümüzde dikildiği bölgelerde iddia edildiği gibi sentetik ilaç kullanımını azaltmamış, aksine büyük alanlarda tek tip üretime (monokültür) dayalı, sentetik tarımsal girdi ve teknik uygulama ihtiyacını ortaya çıkartmıştır.
- GDO ekimi Kanada, ABD, Brezilya gibi ülkelerde çok büyük alanlara sahip geniş toprak ve mali güç sahibi işletmelerde gerçekleştirilmiştir. Türkiye kırsalında, kırsal kalkınmadaki ana hedef kitle olan orta ve küçük ölçekli tarımsal işletmeler için bir çıkış noktası olamaz.
- Kırsal kalkınma ihtiyacına ekolojik üretim, ekolojik tarım turizmi gibi hızla gelişen sektörler sayesinde yanıt bulan küçük ve orta ölçekli tarımsal işletmeler, muhtemel bir GDO ekimi ile bu şanslarını genetik-tozlanma ile bulaşma sonucunda tamamen kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
- Günümüzde GDO konusuna karşıt guruplar kesinlikle marjinal-azınlık-çığırtkan guruplar değil, AB ve dünya pazarındaki tüketici kitlelerdir. Bu gün içinde bulunulan kriz ortamında dünya tüketicisinin istemediği bir ürüne yatırım yaparak talebi sürekli artan ekolojik ürün gibi bir değerden vazgeçmek ulusal bir kayıp olacaktır.
- Bilimsel olarak GDO henüz aklanmış bir teknoloji değildir. AAEM (Amerikan Çevreci Tıp Akademisi) in bilimsel çalışmalarla elde ettiği bulgular sonucunda, GDO içeren gıdaların tamamen yasaklanması önerisi yapması gibi birçok bilimsel GDO karşıtı görüş mevcuttur. Bu görüşlerin karşı savunması yapılmamıştır.
- Türkiye bu gün GDO yetiştiren ülkelere oranla çok daha zengin bir biyolojik ve tarımsal çeşitliliğe sahiptir. Bu gücünü bilimsel olarak çevre ve insan sağlığına etkisi kanıtlanmamış ve dışa bağımlı bir teknoloji ile riske atması ve geri dönüşü olmayabilecek bir tahribata yol açması rekabet şansını artırıcı değil, tam tersine kaybettirici bir etki yaratacaktır.
- Dünyada açlığın önüne geçilmesi ve sağlıklı nesillerin yetişmesi ancak sağlıklı ve zengin bir doğa ve onun çok çeşitli kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ile mümkün olabilir. GDO gibi teknolojiler ekonomik bağımlılığı artırarak gıda ve ekonomik dağılımın daha da fazla bozulmasına ve fakirliğin artmasına sebep olmaktadır.
Tüm bu noktalar bilimsel ve gerçek veriler ile desteklenmiş, çok geniş bir bilgi havuzundan süzülmüş bir özettir.
Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias “Bu konu sağ ve sol çekişmesi, ekonomik gelişmeyi isteyenler ve istemeyenlerin çatışması, bir siyasi görüşün tasarrufu olup olmaması ile ele alınamayacak derecede yaşamsal bir konudur” diyerek konuyla ilgili endişelerini belirtti. Ananias, “Bilim sadece kısa vadeli ekonomik hacim artışı için alet edilirse daha çok DDT’ler üretip yıllarca toplumumuzu, kaynaklarımızı ve geleceğimizi geri dönülmez bir şekilde kaybedebiliriz” dedi.
http://www.bugday.org/article.php?ID=3133
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder