1 Kasım 2009 Pazar

Mükemmel görünen kalçaların sırrı


Biraz özen, bakım ve egzersiz kalçalarınızın forma girmesinde ve seksi bir görünüm almasında son derece etkili olabiliyor. Dişiliğin sembolü kalçalar için yapmanız gereken tek şey biraz zaman ayırmak ve gayret göstermek…

Küçük, dar ve sıkı kalçalar… Kadın vücudunun en çok ilgi çeken bölgelerinden olan kalçaların biçimli olması aslında bir hayal değil.

Bildiğiniz gibi suyun sağlığımız üzerindeki yararları saymakla bitmiyor. Suyun cilt ve sindirim sistemi üzerinde olumlu etkileri olan suyu asla ihmal etmeyin. Günde 13 bardak su içmeyi alışkanlık haline getirin.

Sıkı ve biçimli kalçalara sahip olmak için bu bölgedeki kaslarınızı çalıştırmanız şart. Bunun için en ideal hareket şudur: Yere sırt üstü uzanarak kalçanızı 10 kere kaldırıp indirin. Daha sonra yukarıda 10 saniye kadar tutun. Bu hareketi 4 kez tekrarlayın. Bunun dışında yüzme, yürüyüş özellikle de bisiklete binmek de kalçalar için önerilen egzersizler arasında yer alıyor.

Masaj kalçalar için de çok yararlı. Piyasada satılan masaj aletleri ile yapabileceğiniz gibi suyla da masaj yapabilirsiniz. Özellikle soğuk suyun basıncı kalçalarınızın sıkılaşması için ideal.

Tuzdan ve çok tuzlu yiyeceklerden uzak durun

Özellikle masa başında oturarak iş yapan kadınların büyük bölümünde alınan kilolar kalça bölgesine gidiyor ve zamanla dolgun kalçalar ortaya çıkıyor. Bu nedenle gün boyu hareketsiz kalmayın. Ofisiniz üst katlarda ise asansör yerine merdivenleri kullanın.

Yürüyebileceğiniz mesafeler için arabanıza ya da toplu taşıma araçlarına binmeyin.

Ağız kokusu için basit ama pratik önlemler


Ağız kokusunun sebebi ölü bakterilerin atık maddesi olan ve ‘volatile sülfür’ ismi verilen bir gazdır. Nefeste oluşan kötü koku büyük oranda ağız içinden kaynaklanır. Ağız içi bir infeksiyon, ilerlemiş bir dişeti hastalığı ya da sadece ağız içinde birkaç saatten fazla kalmış gıda artıklarına yerleşen bakteriler kokuya sebep olurlar.

Ağız kokusuna sebep olan problemler
Tonsilit, akciğer iltihabı, sinüzit, şeker hastalığı (aseton kokusu), mide bağırsak hastalıkları, böbrek yetmezliği (balıksı koku), karaciğer ve metabolizma bozukluklarıdır.

Ağız kokusunda yapılması gereken öncelikle teşhis ve tedavidir.

Ağız kokularında yapılması gerekenler
- Tüm çürükler tedavi edilmeli.
- Diş eti hastalığı tedavi edilmeli. Cepler ve diş taşları önlenmelidir.
- Gömük ve yarı gömük 20 yaş dişleri çekilmelidir.

Ağız kokusunu önlemek için bunları uygulayın
- Her öğünden sonra dişlerinizi 3 dakika fırçalayınız ve günde bir kez diş ipi kullanınız.
- Diş fırçanızı kuru ve temiz bir yerde muhafaza ediniz ve kullandıktan sonra iyice yıkayınız.
- Dil çok girintili ve pütürlü yapısı sebebiyle bakterilerin rahatça yerleşip zor temizlenebileceği bir dokudur. Dişlerinizle birlikte dilin yüzeyinin ve özellikle arka kısmının fırçalanması kokuyu önlemek açısından önemlidir.
- Nane şekeri,ağız spreyleri yada gargaralar ağız kokusunu önlemez sadece kısa bir süre (5-7 dk) önler.
- Ağız kokusunu önlemek için su ve hidrojen peroksit’den hazırlayacağınız bir gargara olumlu etki yaratabilir.
- Gıda kaynaklı (sarımsak ,soğan,alkol vb) kokularda ise ertesi sabah aç karnına içilen bir bardak soğuk süt kokuyu belirgin miktarda azaltır.

Sağlıklı ve dengeli beslenme önerileri


Uzmanlar, kış aylarının etkilerini göstermeye başladığı şu günlerde vücut direncini korumak için sağlıklı beslenmek gerektiğini belirtiyor ve bazı uyarılarda bulunuyor. İşte sağlıklı beslenerek kendimizi korumamız için dikkat etmemiz gereken ipuçları…

- Besinlerden aldığınız enerji mutlaka dengeli olmalıdır. Bir günde alacağınız enerjinin yüzde 50-60′ı karbonhidratlardan (tahıllar), yüzde 30′u yağlardan, yüzde 10-15′i proteinlerden (kuru baklagiller, et ve süt ürünleri) karşılanmalıdır.

- Taze besinler kullanılmadan önce çok iyi yıkanmalı ve kurulanmalıdır.

- Sebzeler ve meyveler mümkün olduğunca kabuklu olarak ve çiğ, ya da az suda hafif pişmiş olarak tüketilmelidir.

- Yeşil sebzeler pişirilecekleri zaman kesilmeli ve mümkün olduğunca buharda pişirilmelidir. Kök sebzeler hafif tuzlu ve ancak üzerini örtecek kadar az suda pişirilmelidir.

- Ekmeği kızartmak ya da pastörize sütü kaynatmak, vitamin kaybına ve proteinlerin bozulmasına neden olur.

- Yemek yaparken kızartma yerine fırın, ızgara, buğulama ve haşlama gibi yöntemleri tercih edin.

Gözü Dönmüş Organizmalar (GDO)


“Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar” kitabının yazarı Mebruke Bayram ile yapılan röportajı, Ziraat Mühendisi Fatih Özden’in yazdığı yazıyı ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinin yaptığı açıklamayı okuyacaksınız.

GDO'larla ilgili yazdığınız kitabın adı "Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar" aslında her şeyi anlatıyor. Ama okumamış olanlar için, hem bu adın anlamını hem de GDO'nun dünya ülkelerine ne gibi zararlar verdiğini anlatabilir misiniz?

Genetiği değiştirilmiş gıdalar, çevre ve insan sağlığı için risk içeren, patent vb. uygulamalar nedeniyle ekonomik açıdan da sakıncalar doğurabilecek, çiftçi ve tüketici haklarını hiçe sayan uygulamaların hayata geçirilmesine yol açan gıdalardır.

Gıdalar, tarımda makineleşmenin, sentetik kimyasal ilaç ve gübrelerin, yeni nesil tohumlukların kullanılmaya başladığı 1960-70'li yıllara denk gelen "yeşil devrim" sürecinden bu yana büyük bir değişim yaşıyor. 90'lı yıllarda piyasaya sürülmeye başlayan genetiği değiştirilmiş gıdalarla birlikte bu değişim daha da hızlandı. Daha fazla ürün elde etmek uğruna yapılan işlemler gıdaları olduğundan başka bir şeye dönüştürmeye başladı. Gıdaların içeriği dahi farklılaşmış durumda. Örneğin sebze-meyvelerin içerisinde doğası gereği bulunması gereken bazı maddeler, "yeşil devrim" ürünü, sözde "yüksek verimli" tohumluklar ve üretim sürecinde kullanılan sentetik kimyasallar sayesinde giderek azalmaya başladı. Gıdanın aslıyla hiç ilgisi olmayan katkı maddeleri ve koruyucu maddelerse giderek çoğalıyor.

Büyük şehirlerde baş döndürücü bir tempo içerisinde yaşayan tüketiciler hangi gıdayı tüketeceği konusunda şaşkına çevrilmiş durumda. Gıdanın içeriği ve besleyiciliğinden çok ambalajı dikkat çekiyor. Oysa ambalajlar bize gerçeği söylemiyor. Örneğin marketten aldığınız süt, yumurta vb. ambalajların üzerinde görünen mutlu hayvanlar gerçekte yok. O ambalajın içindekini üreten hayvan gün ışığını hiç görmeden, kapalı, sıkışık ortamlarda doğasına uygun olmayan bir biçimde yaşıyor.

Yeşil devrim, "gıda miktarını artırmazsak dünya aç kalacak", "açlığı sona erdireceğiz" gibi sloganlarla sunulmuştu. Ancak süreç, endüstriyel üretim yapan, kimyasal girdileri, makineleri üreten şirketlere yaradı. Şirketler büyük kârlar elde ettiler, birbirlerini yutarak büyük devler haline geldiler. "Yüksek verimli" tohumlukları, sentetik tarım ilacı ve gübreleri kullanmaya yetecek parası olmayan, sürece uyum sağlayamayan çiftçiler ve küçük üreticilerse tarımdan çözüldü, mesleklerini terk ederek şehirlere göç etmeye başladılar. İşsiz kalan, yerinden yurdundan olan küçük çiftçiler birer birer açlar ordusuna katıldı. Gıda miktarında gerçekten bir artış sağlandı ancak ne yazık ki açların sayısı da arttı. Yeşil devrim açlığı sona erdirmek bir yana açlık yaratan bir mekanizma haline geldi.

Yeşil devrimin getirdiği tarım uygulamaları, birim alandan daha fazla ürün elde etmek dışında her şeyi yok saydığı için çevrenin zehirlenmesine, toprakların verimliliğinin düşmesine, suyun tüketilmesine ve kirletilmesine yol açtı.

Şimdi genetiği değiştirilmiş gıdalar için aynı propagandayı gündeme getiriyorlar. Madem bu gıdaları piyasaya süren ulusaşırı gıda tekelleri açlığı sona erdirmek gibi ulvi bir amaca sahipler, neden ürettikleri bitki cinslerini patent altına alıyorlar? Madem ki amaç kâr elde etmek değil, öyleyse bütün patentlerin ve tohumlarda sonraki nesilde üremeyi engelleyen bütün uygulamaların kaldırılması gerekiyor.

Genetiği değiştirilmiş gıdalar, "yeşil devrim"le birlikte başlayan tarımın şirketleşmesi sürecinin bir parçası. Dev tekeller zaten büyük oranda ele geçirmiş oldukları tarım ve gıda piyasasını tamamen kendi kontrolleri altına almak için çeşit çeşit politika üretiyor, GDO'lar ve patentler de bu politikanın bir parçası. GDO üreticisi tekeller patentler yoluyla gıdayı kaynağında, yani tohum olarak kontrol altına almak istiyorlar. O nedenle kendinden sonraki nesilden ürün vermeyen tohumluklar üreterek çiftçiyi sürekli kendisinden tohum almaya zorluyorlar.

Üstüne üstlük bir de patent bedeli tahsil ediyorlar. Biliyorlar ki tohumu kontrol eden gıdayı kontrol eder. DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, neredeyse ulusaşırı şirketlerin kârlarına kâr katması için çalışmaktan başka bir iş yapmıyor. İnsanlar için hayati önemde olan gıda, uluslararası siyaset arenasında politik oyun ve çıkarlara alet edilerek insanlara doğrultulmuş bir silah olarak kullanılabiliyor. Kitabın adını seçerken bütün bunları bir arada özetlemek istedim."

"GDO'ya Hayır" platformunda da aktif olarak görev alıyorsunuz. Platform üyelerinin, GDO konusunun da dahil olduğu yasa tasarısı hakkında TBMM yetkilileri görüşmeleri oldu mu?

"Platform içerisinde uzun bir süre aktif olarak yer aldım, ancak yaklaşık bir yıldır platformun çalışmalarına aktif olarak katılamıyorum. GDO konusu, Biyogüvenlik Yasa Tasarısı, Tohumculuk Yasası vb. yasa ve yönetmeliklerin gündeme geldiği zamanlarda sık sık tartışıldı. Platform da bu tartışmalara katıldı, görüşlerini pek çok kez kamuoyuna, meclisteki komisyonlara, zaman zaman da milletvekili ve bakanlara iletti.

Biyogüvenlik Yasası ülkemizde uzun yıllardır sürüncemede bırakılmıştı. Yasanın hazırlanmasına katkıda bulunan Biyogüvenlik Komisyonu pek çok kez toplanıp dağıldı, yeniden oluşturuldu. Komisyonda bulunan kimi bilim insanları GDO'ların ülkemiz için oluşturabileceği riskleri öne sürerek yasanın GDO'ların ekimini yasaklayacak şekilde çıkarılmasını istiyordu. Birkaç yıl önce yasa taslağı yeniden gündeme geldiğinde Platformun temsilcileri de Biyogüvenlik Komisyonu toplantılarına katılarak görüşlerini aktardı. Yasada platformun, diğer sivil toplum kuruluşlarının ve bazı bilim insanlarının görüşlerini de dikkate alarak bazı değişiklikler yapıldı. Ancak yasanın bu değiştirilmiş hali de uzun süre beklemede bırakıldı. Şimdi gündeme getirilen yasayla GDO'lar yeniden önümüze sürülüyor.

Ülkemizin bir Biyogüvenlik Yasası'na ihtiyacı olduğu doğrudur. Ancak Biyogüvenlik Yasasının biyogüvenliği gerçekten sağlayacak, halkın çıkarlarını ve çevreyi koruyacak bir yasa olması gerekiyor. GDO'ların serbest bırakılması, Türkiye gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin ülkeler için risk demek. Biyogüvenliği sağlamayan, biyogüvenlik açısından risk yaratabilecek her şeyi serbest bırakan bir Biyogüvenlik Yasası'nın çıkarılmasının anlamı yok. Biyogüvenlik Yasası'nın tarımsal alanda GDO'ların ekimini ve ticaretini yasaklayan bir şekilde yapılması gerekiyor."

Son olarak Almanya'nın da dahil olduğu Fransa, Avusturya, Macaristan, Yunanistan, Lüksemburg gibi Avrupa Birliği ülkeleri GDO'yu yasakladı. Peki Avrupa Birliği ile müzakereler devam ederken bu örnekler göz önünde bulundurulmadan sizce neden Türkiye'de bu yasa gündeme geliyor?

"Avrupa ülkeleriyle ABD arasında GDO konusunda yaşanan tartışmalar GDO'ların piyasaya sürüldüğü ilk yıllardan bu yana devam ediyor. AB, uzun bir süre boyunca GDO'ların Avrupa'ya girişini engelleyecek "de facto moratoryumu" olarak adlandırılan politikalar izledi. Ancak GDO üreticilerinin bütün dünya çapında sürdürdüğü, IMF, DTÖ, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşları da etkileyen lobi faaliyetlerine ve baskılara daha fazla dayanamayarak bazı GDO'lu ürünleri serbest bıraktı. Serbest bırakılan sayılı bazı ürünlerde dahi sıkı bir kontrol uygulamaya devam etti. Avrupalı tüketicilerin, çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının ve çiftçilerin GDO'lu ürünlere karşı yoğun bir muhalefet sergilemesi sonucunda kimi ülkeler GDO'yu yeniden yasaklamaya başladı.

Avrupa Birliği'nin hem ticari nedenler hem de çevre, insan sağlığı vb. riskleri ve çiftçi-tüketici tepkisini gözönünde bulundurarak uyguladığı bu yasak GDO ticaretinin yaygınlaşmasının önünde bir engel oluşturuyor. Bu nedenle GDO üretimi ve ticaretinin yoksul ülkelere doğru kayacağını zaten öngörüyorduk. Bu öngörüler yavaş yavaş hayata geçiyor. Gelişmiş ülkelerde istediklerini bulamayan GDO üreticileri yoksul ülkeleri hedef almaya başladı."

Toprağımız, insanımız, bitki ve hayvanlarımız açısından büyük riskler içeren GDO Türkiye'ye ne kazandıracak ki yasalaşması için bu kadar çaba harcanıyor?

"Türkiye'nin GDO'ya ihtiyacı yok. Tarım ve gıda sistemimizde doğru politikalar hayata geçirilirse, tarım ve gıdada hem kendi halkımızı hem de çevre ülkeleri doyurabilecek bir potansiyele sahibiz. Ülkemizde genetiği değiştirilmiş gıdaların ekilmeye başlaması zaten binbir türlü sorunla boğuşmakta olan tarım sistemimizi daha da sorunlu hale getirmekten başka bir işe yaramayacak.

Yukarıda sözünü ettiğim meşhur "gıda miktarı artmazsa dünya aç kalacak" propagandası ısıtılıp ısıtılıp yeniden gündeme getiriliyor. O zaman, yeşil devrim'in başlangıcından beri gıda miktarı sürekli arttığı halde insanlar neden aç kalmaya devam ediyor, bunun bir açıklaması yapılmalı.

Açlığı sona erdirmek için, propaganda edildiği gibi gıda miktarını artırmak değil, önce paylaşımın adil olmasını sağlamak gerekiyor. Paylaşımın adil olması içinse yoksulluk üreten bir mekanizma olan endüstriyel tarım ve gıda sistemi yerine, yoksul çiftçileri, yoksul tüketicileri koruyan, onların haklarını güvence altına alan, doğayla dost bir tarım ve gıda sistemini hayata geçirmek lazım..."


www.iyibilgi.com

Nihal Doğan

GDO (Gözü Dönmüş Organizmalar)

Yeni biyogüvenlik yasası ile genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretilmesine izin verilecek. Bakarsınız bu gıdalar bizlerin genlerini de değiştirir ve bundan sonra avucumuzun içinden kayıp giden tarıma, doğaya ve dünyaya sıkı sıkı sarılır, kıymetini daha iyi anlarız. Bakarsınız gözü dönmüş organizasyonların başındakiler kârı değil insanı önceleyen kararlara imza atmaya başlarlar.

Bakarsınız diyorum, çünkü biyoteknoloji ürünü GDO’ların etkilerinin henüz ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bilmemiz istenen bu organizmaların açlığa çözüm olacağı ve kimyasal girdi kullanımını azaltacağı. Yarım asır önceki yeşil devrimin de açlığı ortadan kaldıracağı söylenmişti, oysa yeşili devirmekle kaldı. Sorun teknoloji değil elbette, sorun teknolojinin hangi ellerde ne için kullanıldığıyla ilgili. Ne yazık ki bu teknolojiler bugüne kadar büyük tekeller tarafından büyük kârlar için kullanıldı.

Herhalde bu yasanın en büyük savunularından birisi, bugüne kadar farkında olmadan bizlere tükettirilen GDO’lu gıdaların bundan böyle kontrollü olarak üretileceği veya ülkeye giriş yapacağı savı olacak. Yetkililer “adı üstünde biyogüvenlik” diye açıklama yapacaklar. Arkasından bu gıdaların ne kadar sağlıklı olduğuyla ilgili, belki de üniversite onaylı, reklamlar izleyeceğiz. Sonra bir bakmışız genetiği değiştirilmiş gıdalar ve bu gıdaların tüketimi, bugün her köşe başında bulunan ve bir devlet büyüğümüzün oğlu tarafından ülkeye sokulan mısır taneleri kadar yaygınlaşmış. Peki bu kadar mı, tabiî ki değil. Zira sermaye biriktikçe kendine yeni oyun (kâr) alanları bulmak ister. Ondan sonra da sıra, şimdilik uygulama dışında tutulacağı söylenen bebek mamalarına gelecek tabi.

Sadece sebzenin meyvenin tadını kaçırmıyoruz, hayatın da tadı tuzu kalmıyor, tadımız kaçıyor yani anlayacağınız. Bu daha başlangıç, önümüzdeki on yıllarda, insan bilinci buna alıştırıldığında, sıra GDİ’lere yani Genetiği Değiştirilmiş İnsanlara gelecek. Sonra ver elini Cesur Yeni Dünya.

Hz. İbrahim’i atmak için büyük bir ateş yakmışlar. Bu esnada bir karınca su taşıyormuş. Yolda giderken karşılaştığı karıncalar nereye gittiğini sormuşlar. Karınca, “Hz. İbrahim’i atacakları ateşi söndürmek için su taşıyorum” demiş. Karıncalar gülmüşler, götürdüğü suyun ateşi söndürmeye yetmeyeceğini söylemişler. “ Olsun” demiş karınca “ben de biliyorum yetmeyeceğini, ama hiç olmazsa safım belli olsun”. Benimki de o misal, hiç olmazsa safım belli olsun, hiç olmazsa safınız belli olsun.
Ateşe su taşıyan karıncaların sayısının artması dileğiyle.

Fatih Özden, Ziraat Mühendisi
www.karasaban.net

Buğday Derneği, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) İle İlgili 7 Noktaya Dikkat Çekiyor

Devlet Bakanı Cemil Çiçek ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’in basında yer alan “GDO’lu bitkilerin Türkiye’de yetiştirilmesi” ile ilgili açıklamaları üzerine Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Türkiye’nin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili geri dönüşü olmayan bir yola girmemesi için hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini yedi önemli noktaya çekiyor.

Buğday Derneği, her ne kadar bu konuyla birlikte yeniden gündeme gelen, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nın kurulması ve yeniden yapılanmasını destekliyorsa da, Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini aşağıdaki noktalara çekmek ve geri dönüşü olmayan bir adım atılmadan önce gerekli tüm sorgulamanın sağduyu ile tarafsız ve bilimsel olarak yapılması gerektiğini savunuyor:

  1. GDO günümüzde dikildiği bölgelerde iddia edildiği gibi sentetik ilaç kullanımını azaltmamış, aksine büyük alanlarda tek tip üretime (monokültür) dayalı, sentetik tarımsal girdi ve teknik uygulama ihtiyacını ortaya çıkartmıştır.
  2. GDO ekimi Kanada, ABD, Brezilya gibi ülkelerde çok büyük alanlara sahip geniş toprak ve mali güç sahibi işletmelerde gerçekleştirilmiştir. Türkiye kırsalında, kırsal kalkınmadaki ana hedef kitle olan orta ve küçük ölçekli tarımsal işletmeler için bir çıkış noktası olamaz.
  3. Kırsal kalkınma ihtiyacına ekolojik üretim, ekolojik tarım turizmi gibi hızla gelişen sektörler sayesinde yanıt bulan küçük ve orta ölçekli tarımsal işletmeler, muhtemel bir GDO ekimi ile bu şanslarını genetik-tozlanma ile bulaşma sonucunda tamamen kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
  4. Günümüzde GDO konusuna karşıt guruplar kesinlikle marjinal-azınlık-çığırtkan guruplar değil, AB ve dünya pazarındaki tüketici kitlelerdir. Bu gün içinde bulunulan kriz ortamında dünya tüketicisinin istemediği bir ürüne yatırım yaparak talebi sürekli artan ekolojik ürün gibi bir değerden vazgeçmek ulusal bir kayıp olacaktır.
  5. Bilimsel olarak GDO henüz aklanmış bir teknoloji değildir. AAEM (Amerikan Çevreci Tıp Akademisi) in bilimsel çalışmalarla elde ettiği bulgular sonucunda, GDO içeren gıdaların tamamen yasaklanması önerisi yapması gibi birçok bilimsel GDO karşıtı görüş mevcuttur. Bu görüşlerin karşı savunması yapılmamıştır.
  6. Türkiye bu gün GDO yetiştiren ülkelere oranla çok daha zengin bir biyolojik ve tarımsal çeşitliliğe sahiptir. Bu gücünü bilimsel olarak çevre ve insan sağlığına etkisi kanıtlanmamış ve dışa bağımlı bir teknoloji ile riske atması ve geri dönüşü olmayabilecek bir tahribata yol açması rekabet şansını artırıcı değil, tam tersine kaybettirici bir etki yaratacaktır.
  7. Dünyada açlığın önüne geçilmesi ve sağlıklı nesillerin yetişmesi ancak sağlıklı ve zengin bir doğa ve onun çok çeşitli kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ile mümkün olabilir. GDO gibi teknolojiler ekonomik bağımlılığı artırarak gıda ve ekonomik dağılımın daha da fazla bozulmasına ve fakirliğin artmasına sebep olmaktadır.

Tüm bu noktalar bilimsel ve gerçek veriler ile desteklenmiş, çok geniş bir bilgi havuzundan süzülmüş bir özettir.

Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias “Bu konu sağ ve sol çekişmesi, ekonomik gelişmeyi isteyenler ve istemeyenlerin çatışması, bir siyasi görüşün tasarrufu olup olmaması ile ele alınamayacak derecede yaşamsal bir konudur” diyerek konuyla ilgili endişelerini belirtti. Ananias, “Bilim sadece kısa vadeli ekonomik hacim artışı için alet edilirse daha çok DDT’ler üretip yıllarca toplumumuzu, kaynaklarımızı ve geleceğimizi geri dönülmez bir şekilde kaybedebiliriz” dedi.

http://www.bugday.org/article.php?ID=3133


GDO'lu gıdalar nasıl anlaşılır.


GDO’lu gıdalardaki olumsuzlukları gözler önüne seren Saadet Partisi Nilüfer İlçe Başkanı Fikret Serkan, konuyu katılımcılara şu sözlerle aktardı.

“Sağlıklı gıda sağlıklı bir toplum için vazgeçilmezlerdendir. Günümüzde ülkemiz kanser, AIDS, vb. hastalıkların ciddi tehdidi altındadır. Gerek çevre kirliliği, gerek üretilen gıdalar üzerinde oynanan oyunlar, gerekse ilaç kartellerinin önce mikrobu üretip sonra ilacını dünyaya pazarlamasını içeren çirkin oyunlar sağlığımızı bozuyor. Gıda ürünleri açısından en büyük tehlike GDO’ lu (genleri ile oynanmış) tohumlar ile üretim yapılmasıdır. Örneğin domatese balina geni aşılayarak soğuğa dayanması sağlıyorlar.

— Uzun vadede KANSER yapmaktadır.

—Gelecek yıl için o üründen tohum alınamamaktadır.

—Sonraki yıllarda o toprağa GDO’lu ürün haricinde bir ürün ekildiğinde ürün vermemekte yani toprağımızı kirleterek ebediyen esir almaktadır.

—Her geçen yıl tarla için daha fazla ilaç kullanımı gerekmekte buda hem ilaç hem de tohum yönünden yurtdışına bağımlı hale gelmeye neden olmaktadır.

GDO’lu ürünü nasıl anlarız?

- Orijinalinin mevsimine göre zamansız piyasaya çıkarlar.

- Daha iridirler ve üzerlerinde yumrular halinde şekil bozukluğu vardır.

- Tatları saman gibidir kokuları yoktur

- İçleri beyaz süngerimsi kıvamdadır.

- Çok hızlı sürede üretilirler. Örneğin 30 günde tavuk 5 ayda dana haline getirilirler.

Toplum sağlımızı korumakla görevli AKP hükümeti maalesef çıkardığı kanun ile GDO’lu ürün ve tohumların ülkemize girmesine izin vermiş. Yerli tohumculuğu geliştirmek şöyle dursun içinde yüzyıllardan gelen binlerce tohum çeşidimizi barındıran Tohumculuk Enstitüsü’nü sadece 1 milyon dolara İSRAİL’li bir firmaya satmıştır. Şeker üreticisine kota koymuş, onun yerine Amerikan CARGİL şirketine özel kanunla hormonlu tatlandırıcı üretimine %30 luk bir oran ile (diğer ülkelerde bu oran %7dir) izin vermiştir. Ucuz süt tozu ithali nedeniyle süt ürünleri büyük ölçüde süt tozundan yapılır hale gelmiştir. Hayvancılığın desteklenmesi gerekirken tam tersine ne olduğu belirsiz parça et ithalatına kolaylık getirilmiş, Domuz kasaplık et statüsüne alınarak üretimine kredi sağlanmış, Köylümüzün ürettiği ürünlerin fiyatı ucuzlatılmış tersine ilaç, gübre, yem fiyatları ciddi oranda zamlar yapılarak pahalılandırılmıştır. Bu suretle Köylümüz perişan edilmiştir. Kuş gribi oyunu ile de ülkemizdeki tüm köy tavukları yok edilmiştir.

Saadet Partisi olarak çözüm önerimiz kesinlikle yerli üretim yapılması bunun için üreticiye gerekli desteklerin verilmesidir.

Ayrıca zabıta yasası yeniden düzenlenilmeli, gıda sağlık kontrolleri için gerekli teknik donanımlar çağımızın gerektirdiği koşullara uygun hale getirilmelidir.

Sağlığınız için GDO lu ürünler almayınız tüketmeyiniz. Organik gıdalar yemeğe özen gösteriniz.

Emperyalizmin yeni silahı ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı Tohumlar’

Geceye katılan bir diğer konuklardan Gemlik Ziraat Yüksek Mühendisi GDO’ya Hayır Platformu sözcüsü Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı Arca Atay’ın, açıklamalarında geceye damgasını vuran iddialarda bulundu.

Atay; “Türkiye’de şimdiye dek, üretimi ve dağıtımı yasak olan GDO’lu tohumlar, 2006 da kabul edilen Tohumculuk Kanunu ile yasallaştırılmaya çalışılmış ve ülkenin GDO ile işgaline ortam hazırlanmaktadır. Artık yabancı şirketler, gen kaynağı olan ülkemizde, herhangi bir tohumumuzu, biyoteknolojik yöntemlerle kazandırdıkları bir özelliği gerekçe göstererek patentleyebileceklerdir. Tüm Avrupa’daki bitki çeşidine yakın bir sayıda ve 3000’i de endemik olmak üzere, toplam 11 bin bitki çeşidine sahip olan Anadolu coğrafyası, gerçekte bir gen bankası niteliğindedir. GDO işgali, biyolojik çeşitliliğimiz üzerinde büyük bir tehdit oluşturacaktır. Tohumculuk yasasıyla GDO’lu tohumların ülkeye girişinin serbest bırakılması ve ticarileştirilmesi bir anlamda hukuksal güvenceye kavuşturulmuş ve çok yakında Meclis gündemine getirilecek olan Ulusal Biyogüvenlik Yasası ile de bu olay perçinlenecektir. Zira Biyogüvenlik Yasasının ülkeye transgenik ürün girişinin serbest bırakılması ve ticarileştirilmesini sağlayacağı bizzat hükümetin devlet bakanı tarafından açıklanmıştır.

Ulusal Biyogüvenlik Yasasının yabancı gen aktarımlı tohum ve gıdaların giriş ve üretimlerine serbestlik değil yasak getirilmesini istiyor, tüm üreticileri, tüketicileri, sivil toplum örgütlerini ve bilim insanlarını bu konuda uyanık ve duyarlı duyarlı olmaya, düzenlenmekte olan GDO işgal senaryosuna karşı çıkmaya çağırıyoruz.” yorumunu yaptı.

GDO'lu gıdalar gerçekten tehlikeli mi?

GDO 'da en önemli tehlike;
Gen Kaçması'dır. Bu da genetik çeşitliliği tehlikeye sokuyor. Ama bu sadece bir teori. Bir düşünün, tozlaşma ile sadece tek tip canlılar mı ortaya çıkar? Öyle olsaydı ne olurdu? bir örnek vereyim; Golden ve Starking elma çeşitlerini bilmeyen yoktur herhalde. Peki neden Golden çeşidi poleni ile döllenen Starking'lerin hepsi Golden'e dönüşmüyor? Neden Bütün elma çeşitleri tek tip olmuyor? Bu olabilir mi? GDO'lar da diğer bitkiler ile tozlaşınca hepsi GDO olmayacaktır .

Ama zamanla belli bir popülasyona sahip, ve hatta Crossing Over sayesinde daha farklı tiplerle dolu bir genetik havuz oluşacaktır.

Bunun yanısıra eğer gen kaçışı gösteren bitkide Terminatör Gen var ise bu kez GDO olmadığı halde terminatör gen taşıyan GDO polenleri ile döllenen ürünler ya hiç tohum bağlamayacak tohumlar çimlenmeyecektir. Yani Terminatör Gen tohumun ölmesini sağlayacaktır. Bu da GDO kullanmayan üreticilerin gelecek yıl için kendi tohumlarını üretmelerini engelleyecektir. üreticinin bu hakkı engellenmiş olacaktır. Günümüzde GDO ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu bu problemleri çözmeye yönelmiştir.
Birçok araştırıcı gen kaçmasının bir şekilde engellemesi için çalışıyor.

GDO'lu ürünler hangileridir?

Pek çok GDO lu ürün var;
Mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya.

Bunların dışında çalışmaların devam ettiği ürünler var;
Muz, ahududu, çilke, kiraz,ananas, biber, kavun, karpuz, kanola.

Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün var,

Mısır ve soya genleri ile oynanan ürünlerde ilk sırayı aldıklarında bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin de GDO lu olma riski var.

*Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta,glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin,;
Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler,pudingler, bitkisel yağlar,bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler,hazır çorbalar,mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO lu olma riski taşıyor.

* Sadece mısırdan üretilen ve çeşitli gıdalarda bileşen veya katkı maddesi olarak kullanılan yan ürün sayısı 700'ü, soyadan üretilen türevlerinin sayısı ise 900'ü buluyor. Yani bu yan ürünleri içeriğinde kullanan her bir işlenmiş ürünün GDO'lu olma riski bulunuyor.

Türkiye'de Denetim Yok!

GDO lu tohum yasaklanmış olsa da bu tip ürünlerin ithalatının kontrolü yok ve girişler sadece beyana dayalı...

Gen aktarılmış ürün yetştiriciliği yasak, Bakanlık kontrollü olarak bazı sahalarda GDO lu bitki yetiştiriciliği yapıyor.

GDO içeren ürünlerin Türkiye'ye ithali serbest.

Türkiye'de GDO içeren ürünleri satılma riski çok yüksek. Çünkü bu konuda yasal düzenleme yok. Riski en yüksek olan ürünler içeriğinde mısır ve soyadan elde edilen yan ürünleri içerenler. Çünkü Türkiye mısır ve soya ithalatının büyük bölümünü, en büyük GDO lu mısır ve soya üreticileri olan ABD ve Arjantin'den alıyor.

GIDA SEÇİMİNDE NELERE DİKKAT ETMELİ?

Ürünleri dış görünüşünden anlamaya imkan yok.Bu nedenle riski azaltmak gerek.
  • Yukarıdaki "Hangi ürün GDO lu olabilir ?" bölümünü iyi okuyun. Böylecerisk gruplarını tespit edersiniz.
  • Organik ürünler yemeye dikkat edin.Bu ürünlerin üretiminde ekolojik sertifikalı tohumluk kullanılır. Her organik veya ekolojik denen üğrüne itibar etmeyin.Mutlaka sertifikasını görmek isteyin. Alışveriş yaptığınız marketlerde organik ürün talep edin.
  • Gıdaları mevsiminde tüketin. Mevsimi dışında yetiştirilen sebze ve meyveler için doğal olmayan zorlama yöntemler kullanılmaktadır. Doğal yöntemlerin kullanılmadığı seralarda çok fazla tarım ilacı kullanıldığını da unutmayın.
  • Gıdalarınızı yerel olanlardan seçin.ABD veya Arjantin gibi dünyada en çok GDo üreten ülkelerden gelen ürünlerin GDO lu olma riski yüksek. Ülkemizde üretilee ve kaynağını bildiğimiz ürünler tüketerek yerel çeşitlerin korunmasına da katkıdabulunun. Ayrıca dünyanın farklı bölgelerinden gelen ürünlerin ulaştırılması için harcanan yakıtın yarattığı kirliliği unutmayın.

GDO'lu gıdaların insan sağlığına etkileri

İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ

GDO lu bitkiler yüksek allerji riski taşıyor. Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli olduğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor. Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği besini tüketerek kendini riske atabiliyor.

(11 Aralık 2003'te Rusya'da bir gurup bilim adamı son üç yıl içerisinde allerji belirtisi gösteren hastaların sayısında 3 kat artış olduğunu ve bunun altında yatan nedenin Genetiği Değişmiş Ürünler'in (GDÜ) tüketimi olabileceğini açıkladılar.-Traavik ve Smith, 2004)

Toksik (zehirleyici ) Etkiler

Araştırmalar GDO lu patateslerin fareler için toksik etki yaptığını, bağışıklık sisteminde bozukluklar,viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğunu ortaya koyuyor.

(1980 lerin sonunda bir Japon firması triptofan adlı bir aminoasidi bir bakteriye ürettirerek bbesin takviyesi olarak ABD de satışa sundu.Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde sinir sistemini etkileyen, kas ağrıları ve kandaki bazı hücrelerin sayısında artış ile seyreden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıktı. Bu sorunları yaşayan 155 kişşide kalıcı hasar meydana geldi,37 hasta yaşamını yitirdi.Mayeno ve Gleich,1994 . Yapılan incelemne sonucu genetiği değiştirilmiş bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna yol açtığı ve sendromun toksik madde nedeniyle ortaya çıktığı anlaşıldı.)


Antibiyotiğe Karşı Dayanıklılık Oluşturması


GDÜ lerin üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığı ile yayılması.

Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı biliniyor.Antibiyotik direnç genlerinin hastalık yapan mikroorganizmalar geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasımı güçleştiriyor. Bu tür ürünleri tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin, o ürünün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması mümkün.

Bt nin ( Bacillus thuringiensis) etkileri

Tarımda uzun zamandır böcek öldürücü olarak kullanılan Bt spreyi toprakta parçalanıyor. Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabiliyor. Ancak Bt geni aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak temizlenmesi söz konusu değil. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra da sürdürüyor.
Bt geni aktarılmış ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı Bt spreyindekinin 10-100 katı.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler Bt toksininin memelilerde aktif olduğunu, sindirim sisteminde parçalanmadığını, bağırsaklarda bağlanabildiğini ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini ortaya koyuyor.

( Filipinlerdeki bir Bt mısır ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden hastalığın, mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edildi. Bu bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptandı-Travik ,2004)

Frankeştayn gıdalar sağlığımızı tehdit ediyor

GDOların Tehdit ve Riskleri

1. Biyolojik Çeşitlilik, Tarımsal Biyo çeşitlilik ve Doğal Dengeye Etkileri

Yerel türler tehdit altında.Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da etkiler.

Sonuçta insan, hayvan,bitki,mikroorganizmalarda yapılan herbir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğine etkileyecektir.

Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış bir buğday türünün belki verimi yüksektir ama, bir hastalık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde getirebilir.

Modern tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azlmış durumdadır.Asya'da mevcut 140 bin çeşitten sadece 6 sı ekili toprakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler ise tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü GDO ların aktarılmış genleri çevresinde geleneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böceklerve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO lu polenleri komşu tarlaya taşıyor ve oradaki üründe de genetik değişikliğe yol açıyor. "GEN KAÇIŞI" adı verilen bu bulaşma sonucu yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve doğal çeşitlilik azalmaktadır. Milyonlarca yılda oluşan türler 5-10 senede yok olmaktadır.

Birkez gen aktarımı başlatılınca genetiği değişmiş ürünün, genetiği değişmemiş
ürünlere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılacağından- önlenemez hale gelmektedir.

Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir ) karakterli genler o böcekleri yiyen yaralı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.

(Toksin karakterli BT(Bacillus thuringiensis)geni aktarılmış bir bitkiyi yiyen bir böcekle beslenen Uğur böceği (gelin böceği) gibi yararlı böceklerin ölüm oranının arttığı ve gelişmelerinin geciktiği saptandı-Hagedorn 1998)


Bir risk ise toksinin etkin olduğu böcek türleri bu toksine zamanla dayanıklılık kazanıyor olması.(ABD de bt genli pamuk ekili alanlarının bir kısmında, pamuk koza kurdunun etkili olarak kontrol edilemediği gözlendi-Alam 1999)

Yabacı otlara dayanıklı genlerin aktarıldığı bitkilerin diğer canlılar ( uğur böceği) üzerinde öldürücü etki yaptığı gözlendi ( Steinbrecher,1996)

Böceklere ve yabancı otlara dayanıklılık geni aktarılmış bitkiler, zamanla o böcekler ve yabancı otlarda dayanımı arttırdığı için çok daha fazla tarım ilacı kullanılmasına yol açabiliyor. Yabani otlara karşı dayanıklılık geni aktarılmış bir bitkinin değiştirilmiş genleri rüzgar, kuş, böcek,arı vs. gibi etkenlerle başka bitkilere bulaşıyor ve bu geni almış yabancı otlar savaşılması güç bir şekilde çoğalıyorlar.

Ayrıca yabani ot ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün yetiştiği tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekildiğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO lu ürünü yeni ürün için yabancı ottur. Ancak eski GDO lu yabani otlara dayanıklı olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor ve yeni ürüne şans tanımıyor, onunla mücadele etmek imkansızlaşıyor.

(Yabancı otlara doğru gen kaçışı nın kolza ve pancarda belirginleşmesi Fransa Tarımsal Araştırmalar Ulusal Enstitüsü'nün (INRA) yabani otlara dayanıklı tüm kolza varyetelerini stoktan çıkarmasına neden oldu.)

GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz.

Frankeştayn Gıda GDO

Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar", kısaca GDO adı veriliyor.
Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeeşit kesme,yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen önce bulunduğucanlının DNA sından kesilerek çıkarılıyor.Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA molekülüne yapıştırılıyor.

Frankeştayn Gıda olarak da nitelenen GDO'lar bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates,balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.

İnsanlık bugün doğal çeşitliliğe zarar vererek tür zenginliğinin yok olmasına yol açan GDO ların çeşitli yollardan yayılarak yeni Frankeştaynlar yaratma tehlikesiyle karşı karşıya.

Neden GDO ya Hayır.

Canlılar üzerinde yapılan bu değişiklikler; canlı sağlığı,biyolojik çeşitlilik,ekolojik dengenin bozulması,ekonomik bağımlılık,canıların yaşam hakkının elinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşımaktadır.

Domuz gribinin belirtileri ve domuz gribinden korunma yolları

Domuz gribi, İnfluenza A virüsünün neden olduğu ve domuzlarda salgınlara neden olan bir solunum hastalığıdır. Domuzlardan insanlara bulaşabilmektedir. Bu yazımızda domuz gribinin belirtilerini ve domuz gribinden korunma yollarını açıklayacağız.

Domuz gribinin belirtileri nelerdir?

Domuz gribinin belirtileri normal insan gribi belirtilerine benzer. Bunlar
- Ateş,
- Öksürük,
- Boğaz ağrısı,
- Burun akıntısı,
- Vücut ağrıları,
- Baş ağrısı,
- Titreme halsizlik,
- Kusma,
- İshal.

Geçmişte zatürree ve solunum yetmezliği gibi ciddi hastalık ve ölümlere neden olduğu bildirilmiştir.

İnsandan insana nasıl bulaşır?

Domuz gribinin A/(H1N1), mevsimsel gribin bulaştığı gibi bulaşmakta olduğu düşünülmektedir. Kişiden kişiye genellikle öksürme, hapşırma gibi solunum yoluyla bulaşır. Bazen de hasta insanların ağız ve burunlarına temas etme yoluyla da bulaştığı bildirilmiştir.

Hasta bir kişinin öksürüğü ya da hapşırığından çıkan damlacıkların masa gibi bir yüzeye temas etmesinin ardından başka bir kişinin bu masaya elle dokunması, ardından ellerini yıkamadan gözlerine, ağzına veya burnuna dokunması sonucu hastalık kişiden kişiye geçebilir.

Hasta kişi, hastalık belirtileri görülmeden 1 gün önceden başlayarak; hastalandıktan sonraki 7 gün ve daha fazla gün boyunca bulaştırıcıdır. Bu da kişinin domuz gribi hastalığına yakalandığını daha henüz öğrenmemişken bulaştırıcı olduğunu göstermektedir. Çocuklar, özellikle küçük çocuklar, potansiyel olarak daha uzun süre bulaşıcı olabilir.

Hastalığa yakalanmamak için ne yapmak gerekir?

İnsanlar için geliştirilmiş bir aşısı henüz yoktur. Hastalıktan korunmak için rutin önlemleri uygulamak gerekir.

Bu önlemler:
- Öksürdüğünüzde ya da hapşırdığınızda ağzınızı ve burnunuzu bir kağıt mendille kapatınız. Kullandığınız mendili hemen çöpe atınız.
- Öksürdükten veya hapşırdıktan sonra ellerinizi bol su ve sabunla yıkayınız. En az 15 ila 20 saniye yıkama önerilir. Alkolle temizleme de tercih edilebilir.
- Ağzınıza, burnunuza ve gözlerinize dokunmaktan kaçının. Çünkü virüs ellerinizle başka kişilerle tokalaşma yoluyla da bulaşabilmektedir.
- Hasta kişilerle yakın temastan kaçının.
- Genel sağlığınıza dikkat ediniz.
- İyi uyuyun, fiziksel aktivitelerde bulunun, stresten kaçının, bol sıvı alın ve iyi beslenin
- Bu hastalıkla kontamine olmuş olabilecek yüzeylere temas etmekten kaçının.

Dünya Sağlık Örgütü seyahat eden kişilere neler tavsiye etmektedir?

Dünya Sağlık Örgütü uluslararası seyahatlerin kısıtlanmasını tavsiye etmemektedir. Her zaman olduğu gibi hasta olan kişilerin uluslararası yapacakları seyahatleri ertelemeleri ve uluslararası seyahat dönüşü hastalık belirtileri görülen kişilerin ise sağlık kurumlarına başvurmaları konularına dikkat etmeleri istenmektedir. Seyahat eden kişilere enfekte olma tehlikesine karşın kalabalık ve kapalı mekânlardan uzak durmaları ve akut solunum yolları enfeksiyonları olan insanlarla yakın temastan kaçınmaları tavsiye edilmektedir. Hasta olan kişilerle temastan sonra ve bu kişilerin bulundukları ortamlarla temastan sonra ellerin yıkanması hastalık riskini azaltacaktır. Ayrıca hasta insanlar hastalığın yayılmasını önleyici uygun davranışlar sergilemeye davet edilmektedir.(Sağlıklı insanlardan uzak durmak, elleri yıkamak ve öksürükle/hapşırıkla bulaşmayı engellemek için kâğıt mendil ve maske kullanmak).

Domuz gribinin tedavisi var mı?

Oseltamivir veya zanamivir kullanımı domuz gribinin önlenmesinde CDC tarafından tavsiye edilmektedir. İlaç kullanımı hastalığın seyrini hafifletmekte ve daha hızlı bir iyileşmeyi sağlayabilmektedir. Bunun yanı sıra ciddi komplikasyonların da gelişmesi engellenmiş olur. Antiviral ilaçlara, semptomların görülmeye başlamasından itibaren ilk 2 gün içinde başlanması gerekir.

Domuz gribiyle ilgili komplo teorileri


ABD ve Avrupa’ya sıçrayan Meksika kökenli domuz gribi paniği sürüyor. Meksika’da şu ana kadar 100′den fazla kişi hayatını kaybetti. Domuz gribi insan gribiyle aynı belirtiler gösteriyor. Yani öksürük, ani ateş, baş ağrısı, kas ağrıları şeklinde başlıyor.

İlk defa Meksika’da görülen grip ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Yeni Zelanda gibi ülkelerde görüldü. Yunanistan acil önlemler aldığını duyurdu.

Meksika’dan ABD’ye ve dünyanın birkaç ülkesine daha sıçrayan domuz gribi paniği büyüyor. Meksika’da ölü sayısı 149′u bulurken, eğitim-öğretime ara verildi. ABD Başkanı Barack Obama’ya Ulusal Antropoloji Müzesi’ni gezdiren Meksikalı ünlü arkeolog Felipe Solis’in (65) de domuz gribinden öldüğü şüphesi salgının biyolojik silah saldırısı olduğu yönünde komplo teorileri ne yol açtı.

Solis’in kalp krizinden öldüğü açıklansa da, domuz gribine yakalanmış olabileceği söylentileri yayıldı. Bu söylentiler üzerine Beyaz Saray, Başkan Obama’nın 16-17 Nisan’da Meksika’ya ekonomik işbirliği toplantılarına katılmak için gerçekleştirdiği ziyaret sırasında ölümcül salgın hastalığa yakalanmadığını açıkladı. Bu arada internet bloglarında, domuz gribinin hızlı yayılmasına neden olan genetik yapısından dolayı (kuş, domuz ve insan gribi kombinasyonu) insan eliyle yapılmış olabileceğine spekülasyonlar yapılıyor. Aşırı nüfus artışından endişe eden siyasi liderlerin, insanları süper bir virüs salgınıyla öldürerek nüfus planlaması sorununu çözmeye kalkışabilecekleri bile yazılıyor.

Küresel dayanışma çağrısı

Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü, ABD’de 40, Meksika’da 26, Kanada’da 6, İspanya’da da 1 olmak üzere dünya çapında şu an için doğrulanan 73 domuz gribi vakası olduğunu bildirdi. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), domuz gribi nedeniyle tüm ekiplerini birinci derecede alarm durumuna geçirdi. Örgüt, domuzlardaki durumun derhal kendilerine iletilmesini ve numunelerin laboratuarlarına gönderilmesini talep etti.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, “Gerçekten bir domuz gribi salgınıyla karşı karşıyaysak, buna karşı küresel dayanışma göstermeliyiz. Hiçbir ülke böyle tehditlerle tek başına baş edemez” dedi.

Domuz gribine ozon tedavili çözüm


Uzmanlar, dünyada yaygın olarak doğal bir tedavi olarak uygulanan ozon tedavisinin domuz gribi ve tüm grip türleri üzerinde etkili koruyucu bir önlem olmakla kalmadığını aynı zamanda ozonun domuz gribi ve diğer tip grip virüslerini çevreleyen lipit yapılarını parçalayarak virüslere zarar verdiğini belirtiyor.

Domuz gribi korku salmaya devam ediyor. Hastalığa yakalananların sayısı son araştırmalara göre 272 bini geçti, 3 bin 400 kişi de hayatını kaybetti. Peki, bu korkunç hastalığa bir çözüm yok mu? Yeni geliştirilen aşı fayda gösteriyor mu?

Ateş, öksürük, boğaz ağrısı, yaygın vücut ağrısı, baş ağrısı, üşüme, yorgunluk ve ishal gibi belirtiler gösteren A/H1N1 virüsünün (domuz gribi) sıcak iklimlerde barınmaması ve daha çok kış aylarında görülmesi sebebiyle önümüzdeki aylar oldukça önem taşıyor diyen Dr. İsmail Ağar; okulların açılması, kapalı mekânlarda ve topluluk içinde bulunma sıklığının artması, bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi salgın hastalıkların yayılma hızını arttıran koşulların kış aylarında artış göstereceğini dolayısıyla konu hakkında ciddi önlemlerin alınması gerektiğini vurguluyor.

Domuz gribine karşı ozon aşısı

Dr. İsmail Ağar, Ozon aşısının domuz gribi ve diğer tip grip türleri üzerindeki etkisini şöyle anlatıyor; dünyada ozon tedavisi mevcut koruyucu tedbirlere ekleniyor. Çünkü ozon tedavisi zarflı virüs yapısında olan domuz gribi ve diğer tip griplerin virüslerini çevreleyen lipit yapılarını parçalayarak virüslere zarar vermektedir. Bu nedenle domuz gribi ve diğer virüslerin vücuda verdiği zarar önemli ölçüde azalmaktadır.

Ozon tedavisi vücut direncini arttırarak bağışıklık sistemini güçlendirir. Bağışıklık sistemi hücrelerinden sitokin salınımını arttırır, birçok hastalığa karşı koruyucu kalkan oluşturur. Ozona hassas birçok virüs grubuna karşı koruyucu özelliği bu virüslerin sayısını azaltmakta veya yok edebilmektedir.

Ozon tedavisi, domuz gribi hastalıklarda vücudun direnç sistemini geliştiren bir tedavidir ve mevcut koruyucu önlemlere eklenmesi ciddi fayda sağlamaktadır

Öte yandan kış mevsiminde salgınlara neden olan Grip “influenza” virüsü solunum yoluyla insan vücuduna girmesiyle oluşan bir enfeksiyon hastalığıdır. Gribin hafif ya da şiddetli olarak geçirilmesi kişinin bağışıklık sisteminin gücüyle bağlantılıdır.

Doğal ve yan etkisiz bir tedavi olan ozon uygulaması tüm enfektif ajanlara karşı savunma sistemini güçlendiren tedavi, bağışıklık sistemini güçlendiren koruyucu önlemdir.

Domuz gribine doğal tedavi

Tatlı sektöründe faaliyet gösteren Seyidoğlu, vücut direncini arttırdığı bilinen tahin,pekmez ve reçelden oluşan paketi bir aylığına 11,95 TL'ye piyasaya sürdü. Seyidoğlu Genel Müdürü Mehmet Göksu, son günlerde artan salgın hastalıklara karşı uzmanların vücut direncini artırıcı gıdaları önerdiğini belirterek, "Biz de dar gelirli vatandaşların alabilmesi için sadece bir aylığına piyasaya böyle bir ürün sürmeye karar verdik." dedi.

Göksu, yaptığı yazılı açıklamada "Tahin, pekmez ve reçel üçlüsü gerek sahip olduğu vitamin ve proteinler bakımından vücut direncini artırıcı bir rol oynuyor. Salgın hastalıklara yakalanma durumunda vücut direnci yüksek hastalar daha çabuk iyileşebiliyor. Anne Babalar kahvaltı sofralarında tahin ve pekmezi mutlaka bulundurmalı. Çocukların gelişimi açısından bu gıdalar büyük önem taşıyor." ifadelerini kullandı. Son günlerde gündemden düşmeyen Domuz Gribi'nden korunmak için de önerilen gıdalar arasında tahin ve pekmezin yer aldığını ifade ederek, "Uzmanlara danışarak salgınlara karşı vatandaşı zinde tutacak koruyucu bir set hazırladık. Sofralarınızda bu gıdaları eksik etmeyin, soğuk havalara ve hastalıklara karşı korunun." diye konuştu.

Göksu'nun verdiği bilgiye göre, iyi bir karbonhidrat ve enerji kaynağı olan pekmez, yoğun mineral içeriyor. Pekmez özellikle günlük kalsiyum, demir, potasyum ve magnezyum gereksiniminin büyük bir kısmını karşılıyor. Mineral miktarının fazla ve emilim oranlarının yüksek olması nedeniyle hamile ve emziklilerin, tüberkülozlu hastaların, iyileşme dönemindeki kişilerin diyetinde yer alması öneriliyor. Susamdan elde edilen tahin ise, yağ, yüksek değerli protein ve B vitaminleri içermesinden dolayı en az et ve süt kadar kıymetli bir gıda sayılıyor. Vücudun protein, vitamin, kalsiyum, fosfor ve demir ihtiyacını giderilmesine önemli katkı sağlayan tahin, kan yapımını, kemik gelişimini destekleyerekr kansızlığın giderilmesine destek veriyor

Domuz gribi olursam ne yapmalıyım?


Domuz gribi şüpheli bir kişi ile temastan sonraki 7 gün içinde kendinizde yukarıda sıralanan hastalık belirtileri olduğunu hissederseniz hemen 112 yi arayın, evden dışarıya çıkmayın, sağlık ekiplerinin size ulaşmalarını bekleyin.

Domuz gribinden kendimi nasıl koruyabilirim?


Aşağıdaki önlemleri alarak sadece gripten değil; grip gibi solunum yoluyla bulaşan tüm hastalıklardan kendinizi koruyabilirsiniz:

* Öksürme ve hapşırma sırasında ağzınızı ve burnunuzu bir mendil ile kapatınız. Mendilinizi kullandıktan sonra çöp sepetine atınız.
* Öksürdükten ve hapşırdıktan sonra ellerinizi bol sabun ve suyla yıkayınız. Alkol içeren el yıkama antiseptikleri de etkilidir.
* Kirli ellerinizle gözlerinize, burnunuza ve ağzınıza dokunmayınız.
* Domuz gribine yakalanırsanız, belirtilerin başlamasından 7 gün sonrasına ya da belirtilerinizin tamamen geçmesinden bir gün sonrasına kadar evde istirahat ediniz.
* Hastalığın bulaşmaması için çevrenizdeki kişilerden uzak durunuz.
* Bulunduğunuz mekanı sık sık havalandırınız.

Domuz gribinin (A/H1N1) belirtileri nelerdir?

Domuz gribinin belirtileri, insanlarda görülen grip belirtilerine benzerdir. Bunlar:
Ateş,
Öksürük,
Boğaz ağrısı,
Yaygın vücut ağrısı,
Baş ağrısı,
Üşüme ve
Yorgunluk
gibi belirtileri içermektedir. Bazı vakalarda kusma ve ishal de görülebilmektedir

Domuz gribi (A/H1N1) nasıl bulaşmaktadır?


Domuz gribinin de yine mevsimsel griple aynı şekilde yayıldığı düşünülmektedir. Grip virüsleri insandan insana öksürük ve hapşırma yoluyla bulaşmaktadır. Grip virüsü bulaşan bir yere dokunulduktan sonra, eller ağız ya da buruna götürüldüğünde de hastalık bulaşabilir

Alerjik citler için doğal çözüm - Suna Dumankaya


Suna Dumankaya Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında alerjik cildi sakinleştirmek için doğal formül önerdi.

Alerjik bir cildi sakinleştirmek için:

Malzemeler:

1 bardak süt
1 tatlı kaşığı acı badem yağı
Yarım çay kaşığı tuz

Uygulama: Malzemeleri karıştırdıktan sonra pamuk veya bir tülbent yardımı ile alerjik cilde kompres yapın.

Cilt sarkması için limon-maden suyu kürü - Suna Dumankaya


Suna Dumankaya Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında Çene altı, gıdı,ve göbek ve koldaki cilt sarkması için doğal formül önerdi.

Gayet basit ve pratik olarak hazırlayabileceğiniz bu formül cildi toparlayarak sıkılaştırıyor.

Cilt sarkmasına karşı doğal formül:

Malzemeler:

• 1 adet limon
• 1 şişe maden suyu
• 1 çay kaşığı limon yağı veya zeytinyağı

Uygulama: 1 adet limonu kabuğu ile birlikte küçük parçalara ayırdıktan sonra küçük bir kabın içinde maden suyu ile iyice yumuşayıncaya kadar kaynatın. Blendırdan geçirin. 1 çay kaşığı limon yağı veya zeytinyağı ilave edin.

Elde ettiğiniz karışımı sarkma olan bölgelere sürün. Yarım saat cildinizde beklettikten sonra peeling yapar gibi ovalayarak cildinizden temizleyin. Haftada 2 kez uygulanabilir.

Her seferinde taze olarak hazırlanmalıdır.

Ahmet Maranki kısırlık giderici doğal öneriler


Prof. Dr. Ahmet Maranki Show Tv'de Yayınlanan Alişan ve Çağla Şikel'in sunduğu Her şey Dahil programında erkeklerdeki ve kadınlardaki kısırlık için doğal çözüm önerilerini açıkladı.

Erkeklerdeki kısırlık için:

• Bal ve poleni karıştırarak yiyin

• 100 gram bal ve 10 gram çörekotunu karıştırarak her gün yiyin.

• 1 kilo bal ile 100 gram ısırgan karıştırarak yiyin.

• Keçiboynuzu ( Hünnap ) pekmezi tüketin.

• İğde ağacının polenlerini bal ile karıştırarak yiyin.

Kadınlardaki kısırlık için:

• Toksin atıcı kozmik beden temizliğini mutlaka yapın.

• Civanperçemi, aslanpençesi ve çobançantası çaylarını mutlaka için.

• Soğan kürü uygulayın. 1 litre suyun içine 1 adet soğanı kafasına vurarak kırdıktan sonra kabukları ile birlikte koyun. 1 gece suda beklettikten sonra sabahları suyunu için.

Suna Dumankaya Göğüs Büyütmek İçin Bitkisel Çözüm


Güzellik Uzmanı Suna Dumankaya 20 nisan 2009 da Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında küçük göğüsleri büyütmek için doğal ve bitkisel çözüm önerisini açıkladı.

Malzemeler:

• 1 tutam şerbetçiotu,
• 1 tutam melek otu,
• 1 tatlı kaşığı çemen tohumu

Uygulama: Malzemeleri çay gibi demleyip öğünlerden sonra bir bardak için. Ayrıca hergün iki tane hurma yiyin. Kürü uygularken ayrıca elma suyu ile göğüslere masaj yapmak da etkili olacaktır.

Cinsel ilişki sonrasındaki ağrılar için kiraz sapı


Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Kiraz sapının pek çok derde çare olduğunu bunlardan birinin de erkeklerde cinsel ilişki sonrasında kasıklarda oluşabilen şiddetli ağrılar olduğunu açıkladı.

Erkeklerde sıkıntı yaratan bu ağrının geçmesi içinde kiraz sapının çok etkili olduğunu belirtti.

Erkeklerde cinsel ilişki sonrasındaki ağrılar için kiraz sapı kürü

Uygulama: Yaklaşıkl 25 adet kurutulmuş kiraz sapını bir su bardağı kaynar suyun içine koyarak 5 dakika kaynatın. içine 2-3 damla limon suyu sıkarak günde bir kez için.Z amanla ağrılarınız azalacak.

Tanıtım