1 Kasım 2009 Pazar

Mükemmel görünen kalçaların sırrı


Biraz özen, bakım ve egzersiz kalçalarınızın forma girmesinde ve seksi bir görünüm almasında son derece etkili olabiliyor. Dişiliğin sembolü kalçalar için yapmanız gereken tek şey biraz zaman ayırmak ve gayret göstermek…

Küçük, dar ve sıkı kalçalar… Kadın vücudunun en çok ilgi çeken bölgelerinden olan kalçaların biçimli olması aslında bir hayal değil.

Bildiğiniz gibi suyun sağlığımız üzerindeki yararları saymakla bitmiyor. Suyun cilt ve sindirim sistemi üzerinde olumlu etkileri olan suyu asla ihmal etmeyin. Günde 13 bardak su içmeyi alışkanlık haline getirin.

Sıkı ve biçimli kalçalara sahip olmak için bu bölgedeki kaslarınızı çalıştırmanız şart. Bunun için en ideal hareket şudur: Yere sırt üstü uzanarak kalçanızı 10 kere kaldırıp indirin. Daha sonra yukarıda 10 saniye kadar tutun. Bu hareketi 4 kez tekrarlayın. Bunun dışında yüzme, yürüyüş özellikle de bisiklete binmek de kalçalar için önerilen egzersizler arasında yer alıyor.

Masaj kalçalar için de çok yararlı. Piyasada satılan masaj aletleri ile yapabileceğiniz gibi suyla da masaj yapabilirsiniz. Özellikle soğuk suyun basıncı kalçalarınızın sıkılaşması için ideal.

Tuzdan ve çok tuzlu yiyeceklerden uzak durun

Özellikle masa başında oturarak iş yapan kadınların büyük bölümünde alınan kilolar kalça bölgesine gidiyor ve zamanla dolgun kalçalar ortaya çıkıyor. Bu nedenle gün boyu hareketsiz kalmayın. Ofisiniz üst katlarda ise asansör yerine merdivenleri kullanın.

Yürüyebileceğiniz mesafeler için arabanıza ya da toplu taşıma araçlarına binmeyin.

Ağız kokusu için basit ama pratik önlemler


Ağız kokusunun sebebi ölü bakterilerin atık maddesi olan ve ‘volatile sülfür’ ismi verilen bir gazdır. Nefeste oluşan kötü koku büyük oranda ağız içinden kaynaklanır. Ağız içi bir infeksiyon, ilerlemiş bir dişeti hastalığı ya da sadece ağız içinde birkaç saatten fazla kalmış gıda artıklarına yerleşen bakteriler kokuya sebep olurlar.

Ağız kokusuna sebep olan problemler
Tonsilit, akciğer iltihabı, sinüzit, şeker hastalığı (aseton kokusu), mide bağırsak hastalıkları, böbrek yetmezliği (balıksı koku), karaciğer ve metabolizma bozukluklarıdır.

Ağız kokusunda yapılması gereken öncelikle teşhis ve tedavidir.

Ağız kokularında yapılması gerekenler
- Tüm çürükler tedavi edilmeli.
- Diş eti hastalığı tedavi edilmeli. Cepler ve diş taşları önlenmelidir.
- Gömük ve yarı gömük 20 yaş dişleri çekilmelidir.

Ağız kokusunu önlemek için bunları uygulayın
- Her öğünden sonra dişlerinizi 3 dakika fırçalayınız ve günde bir kez diş ipi kullanınız.
- Diş fırçanızı kuru ve temiz bir yerde muhafaza ediniz ve kullandıktan sonra iyice yıkayınız.
- Dil çok girintili ve pütürlü yapısı sebebiyle bakterilerin rahatça yerleşip zor temizlenebileceği bir dokudur. Dişlerinizle birlikte dilin yüzeyinin ve özellikle arka kısmının fırçalanması kokuyu önlemek açısından önemlidir.
- Nane şekeri,ağız spreyleri yada gargaralar ağız kokusunu önlemez sadece kısa bir süre (5-7 dk) önler.
- Ağız kokusunu önlemek için su ve hidrojen peroksit’den hazırlayacağınız bir gargara olumlu etki yaratabilir.
- Gıda kaynaklı (sarımsak ,soğan,alkol vb) kokularda ise ertesi sabah aç karnına içilen bir bardak soğuk süt kokuyu belirgin miktarda azaltır.

Sağlıklı ve dengeli beslenme önerileri


Uzmanlar, kış aylarının etkilerini göstermeye başladığı şu günlerde vücut direncini korumak için sağlıklı beslenmek gerektiğini belirtiyor ve bazı uyarılarda bulunuyor. İşte sağlıklı beslenerek kendimizi korumamız için dikkat etmemiz gereken ipuçları…

- Besinlerden aldığınız enerji mutlaka dengeli olmalıdır. Bir günde alacağınız enerjinin yüzde 50-60′ı karbonhidratlardan (tahıllar), yüzde 30′u yağlardan, yüzde 10-15′i proteinlerden (kuru baklagiller, et ve süt ürünleri) karşılanmalıdır.

- Taze besinler kullanılmadan önce çok iyi yıkanmalı ve kurulanmalıdır.

- Sebzeler ve meyveler mümkün olduğunca kabuklu olarak ve çiğ, ya da az suda hafif pişmiş olarak tüketilmelidir.

- Yeşil sebzeler pişirilecekleri zaman kesilmeli ve mümkün olduğunca buharda pişirilmelidir. Kök sebzeler hafif tuzlu ve ancak üzerini örtecek kadar az suda pişirilmelidir.

- Ekmeği kızartmak ya da pastörize sütü kaynatmak, vitamin kaybına ve proteinlerin bozulmasına neden olur.

- Yemek yaparken kızartma yerine fırın, ızgara, buğulama ve haşlama gibi yöntemleri tercih edin.

Gözü Dönmüş Organizmalar (GDO)


“Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar” kitabının yazarı Mebruke Bayram ile yapılan röportajı, Ziraat Mühendisi Fatih Özden’in yazdığı yazıyı ve Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneğinin yaptığı açıklamayı okuyacaksınız.

GDO'larla ilgili yazdığınız kitabın adı "Gıdalar, Ambalajlar, Silahlar ve Açlar" aslında her şeyi anlatıyor. Ama okumamış olanlar için, hem bu adın anlamını hem de GDO'nun dünya ülkelerine ne gibi zararlar verdiğini anlatabilir misiniz?

Genetiği değiştirilmiş gıdalar, çevre ve insan sağlığı için risk içeren, patent vb. uygulamalar nedeniyle ekonomik açıdan da sakıncalar doğurabilecek, çiftçi ve tüketici haklarını hiçe sayan uygulamaların hayata geçirilmesine yol açan gıdalardır.

Gıdalar, tarımda makineleşmenin, sentetik kimyasal ilaç ve gübrelerin, yeni nesil tohumlukların kullanılmaya başladığı 1960-70'li yıllara denk gelen "yeşil devrim" sürecinden bu yana büyük bir değişim yaşıyor. 90'lı yıllarda piyasaya sürülmeye başlayan genetiği değiştirilmiş gıdalarla birlikte bu değişim daha da hızlandı. Daha fazla ürün elde etmek uğruna yapılan işlemler gıdaları olduğundan başka bir şeye dönüştürmeye başladı. Gıdaların içeriği dahi farklılaşmış durumda. Örneğin sebze-meyvelerin içerisinde doğası gereği bulunması gereken bazı maddeler, "yeşil devrim" ürünü, sözde "yüksek verimli" tohumluklar ve üretim sürecinde kullanılan sentetik kimyasallar sayesinde giderek azalmaya başladı. Gıdanın aslıyla hiç ilgisi olmayan katkı maddeleri ve koruyucu maddelerse giderek çoğalıyor.

Büyük şehirlerde baş döndürücü bir tempo içerisinde yaşayan tüketiciler hangi gıdayı tüketeceği konusunda şaşkına çevrilmiş durumda. Gıdanın içeriği ve besleyiciliğinden çok ambalajı dikkat çekiyor. Oysa ambalajlar bize gerçeği söylemiyor. Örneğin marketten aldığınız süt, yumurta vb. ambalajların üzerinde görünen mutlu hayvanlar gerçekte yok. O ambalajın içindekini üreten hayvan gün ışığını hiç görmeden, kapalı, sıkışık ortamlarda doğasına uygun olmayan bir biçimde yaşıyor.

Yeşil devrim, "gıda miktarını artırmazsak dünya aç kalacak", "açlığı sona erdireceğiz" gibi sloganlarla sunulmuştu. Ancak süreç, endüstriyel üretim yapan, kimyasal girdileri, makineleri üreten şirketlere yaradı. Şirketler büyük kârlar elde ettiler, birbirlerini yutarak büyük devler haline geldiler. "Yüksek verimli" tohumlukları, sentetik tarım ilacı ve gübreleri kullanmaya yetecek parası olmayan, sürece uyum sağlayamayan çiftçiler ve küçük üreticilerse tarımdan çözüldü, mesleklerini terk ederek şehirlere göç etmeye başladılar. İşsiz kalan, yerinden yurdundan olan küçük çiftçiler birer birer açlar ordusuna katıldı. Gıda miktarında gerçekten bir artış sağlandı ancak ne yazık ki açların sayısı da arttı. Yeşil devrim açlığı sona erdirmek bir yana açlık yaratan bir mekanizma haline geldi.

Yeşil devrimin getirdiği tarım uygulamaları, birim alandan daha fazla ürün elde etmek dışında her şeyi yok saydığı için çevrenin zehirlenmesine, toprakların verimliliğinin düşmesine, suyun tüketilmesine ve kirletilmesine yol açtı.

Şimdi genetiği değiştirilmiş gıdalar için aynı propagandayı gündeme getiriyorlar. Madem bu gıdaları piyasaya süren ulusaşırı gıda tekelleri açlığı sona erdirmek gibi ulvi bir amaca sahipler, neden ürettikleri bitki cinslerini patent altına alıyorlar? Madem ki amaç kâr elde etmek değil, öyleyse bütün patentlerin ve tohumlarda sonraki nesilde üremeyi engelleyen bütün uygulamaların kaldırılması gerekiyor.

Genetiği değiştirilmiş gıdalar, "yeşil devrim"le birlikte başlayan tarımın şirketleşmesi sürecinin bir parçası. Dev tekeller zaten büyük oranda ele geçirmiş oldukları tarım ve gıda piyasasını tamamen kendi kontrolleri altına almak için çeşit çeşit politika üretiyor, GDO'lar ve patentler de bu politikanın bir parçası. GDO üreticisi tekeller patentler yoluyla gıdayı kaynağında, yani tohum olarak kontrol altına almak istiyorlar. O nedenle kendinden sonraki nesilden ürün vermeyen tohumluklar üreterek çiftçiyi sürekli kendisinden tohum almaya zorluyorlar.

Üstüne üstlük bir de patent bedeli tahsil ediyorlar. Biliyorlar ki tohumu kontrol eden gıdayı kontrol eder. DTÖ, IMF, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşlar, neredeyse ulusaşırı şirketlerin kârlarına kâr katması için çalışmaktan başka bir iş yapmıyor. İnsanlar için hayati önemde olan gıda, uluslararası siyaset arenasında politik oyun ve çıkarlara alet edilerek insanlara doğrultulmuş bir silah olarak kullanılabiliyor. Kitabın adını seçerken bütün bunları bir arada özetlemek istedim."

"GDO'ya Hayır" platformunda da aktif olarak görev alıyorsunuz. Platform üyelerinin, GDO konusunun da dahil olduğu yasa tasarısı hakkında TBMM yetkilileri görüşmeleri oldu mu?

"Platform içerisinde uzun bir süre aktif olarak yer aldım, ancak yaklaşık bir yıldır platformun çalışmalarına aktif olarak katılamıyorum. GDO konusu, Biyogüvenlik Yasa Tasarısı, Tohumculuk Yasası vb. yasa ve yönetmeliklerin gündeme geldiği zamanlarda sık sık tartışıldı. Platform da bu tartışmalara katıldı, görüşlerini pek çok kez kamuoyuna, meclisteki komisyonlara, zaman zaman da milletvekili ve bakanlara iletti.

Biyogüvenlik Yasası ülkemizde uzun yıllardır sürüncemede bırakılmıştı. Yasanın hazırlanmasına katkıda bulunan Biyogüvenlik Komisyonu pek çok kez toplanıp dağıldı, yeniden oluşturuldu. Komisyonda bulunan kimi bilim insanları GDO'ların ülkemiz için oluşturabileceği riskleri öne sürerek yasanın GDO'ların ekimini yasaklayacak şekilde çıkarılmasını istiyordu. Birkaç yıl önce yasa taslağı yeniden gündeme geldiğinde Platformun temsilcileri de Biyogüvenlik Komisyonu toplantılarına katılarak görüşlerini aktardı. Yasada platformun, diğer sivil toplum kuruluşlarının ve bazı bilim insanlarının görüşlerini de dikkate alarak bazı değişiklikler yapıldı. Ancak yasanın bu değiştirilmiş hali de uzun süre beklemede bırakıldı. Şimdi gündeme getirilen yasayla GDO'lar yeniden önümüze sürülüyor.

Ülkemizin bir Biyogüvenlik Yasası'na ihtiyacı olduğu doğrudur. Ancak Biyogüvenlik Yasasının biyogüvenliği gerçekten sağlayacak, halkın çıkarlarını ve çevreyi koruyacak bir yasa olması gerekiyor. GDO'ların serbest bırakılması, Türkiye gibi biyolojik çeşitlilik açısından zengin ülkeler için risk demek. Biyogüvenliği sağlamayan, biyogüvenlik açısından risk yaratabilecek her şeyi serbest bırakan bir Biyogüvenlik Yasası'nın çıkarılmasının anlamı yok. Biyogüvenlik Yasası'nın tarımsal alanda GDO'ların ekimini ve ticaretini yasaklayan bir şekilde yapılması gerekiyor."

Son olarak Almanya'nın da dahil olduğu Fransa, Avusturya, Macaristan, Yunanistan, Lüksemburg gibi Avrupa Birliği ülkeleri GDO'yu yasakladı. Peki Avrupa Birliği ile müzakereler devam ederken bu örnekler göz önünde bulundurulmadan sizce neden Türkiye'de bu yasa gündeme geliyor?

"Avrupa ülkeleriyle ABD arasında GDO konusunda yaşanan tartışmalar GDO'ların piyasaya sürüldüğü ilk yıllardan bu yana devam ediyor. AB, uzun bir süre boyunca GDO'ların Avrupa'ya girişini engelleyecek "de facto moratoryumu" olarak adlandırılan politikalar izledi. Ancak GDO üreticilerinin bütün dünya çapında sürdürdüğü, IMF, DTÖ, Dünya Bankası gibi uluslararası kuruluşları da etkileyen lobi faaliyetlerine ve baskılara daha fazla dayanamayarak bazı GDO'lu ürünleri serbest bıraktı. Serbest bırakılan sayılı bazı ürünlerde dahi sıkı bir kontrol uygulamaya devam etti. Avrupalı tüketicilerin, çevre konusunda çalışan sivil toplum kuruluşlarının ve çiftçilerin GDO'lu ürünlere karşı yoğun bir muhalefet sergilemesi sonucunda kimi ülkeler GDO'yu yeniden yasaklamaya başladı.

Avrupa Birliği'nin hem ticari nedenler hem de çevre, insan sağlığı vb. riskleri ve çiftçi-tüketici tepkisini gözönünde bulundurarak uyguladığı bu yasak GDO ticaretinin yaygınlaşmasının önünde bir engel oluşturuyor. Bu nedenle GDO üretimi ve ticaretinin yoksul ülkelere doğru kayacağını zaten öngörüyorduk. Bu öngörüler yavaş yavaş hayata geçiyor. Gelişmiş ülkelerde istediklerini bulamayan GDO üreticileri yoksul ülkeleri hedef almaya başladı."

Toprağımız, insanımız, bitki ve hayvanlarımız açısından büyük riskler içeren GDO Türkiye'ye ne kazandıracak ki yasalaşması için bu kadar çaba harcanıyor?

"Türkiye'nin GDO'ya ihtiyacı yok. Tarım ve gıda sistemimizde doğru politikalar hayata geçirilirse, tarım ve gıdada hem kendi halkımızı hem de çevre ülkeleri doyurabilecek bir potansiyele sahibiz. Ülkemizde genetiği değiştirilmiş gıdaların ekilmeye başlaması zaten binbir türlü sorunla boğuşmakta olan tarım sistemimizi daha da sorunlu hale getirmekten başka bir işe yaramayacak.

Yukarıda sözünü ettiğim meşhur "gıda miktarı artmazsa dünya aç kalacak" propagandası ısıtılıp ısıtılıp yeniden gündeme getiriliyor. O zaman, yeşil devrim'in başlangıcından beri gıda miktarı sürekli arttığı halde insanlar neden aç kalmaya devam ediyor, bunun bir açıklaması yapılmalı.

Açlığı sona erdirmek için, propaganda edildiği gibi gıda miktarını artırmak değil, önce paylaşımın adil olmasını sağlamak gerekiyor. Paylaşımın adil olması içinse yoksulluk üreten bir mekanizma olan endüstriyel tarım ve gıda sistemi yerine, yoksul çiftçileri, yoksul tüketicileri koruyan, onların haklarını güvence altına alan, doğayla dost bir tarım ve gıda sistemini hayata geçirmek lazım..."


www.iyibilgi.com

Nihal Doğan

GDO (Gözü Dönmüş Organizmalar)

Yeni biyogüvenlik yasası ile genetiği değiştirilmiş bitkilerin üretilmesine izin verilecek. Bakarsınız bu gıdalar bizlerin genlerini de değiştirir ve bundan sonra avucumuzun içinden kayıp giden tarıma, doğaya ve dünyaya sıkı sıkı sarılır, kıymetini daha iyi anlarız. Bakarsınız gözü dönmüş organizasyonların başındakiler kârı değil insanı önceleyen kararlara imza atmaya başlarlar.

Bakarsınız diyorum, çünkü biyoteknoloji ürünü GDO’ların etkilerinin henüz ne olduğunu tam olarak bilmiyoruz. Bilmemiz istenen bu organizmaların açlığa çözüm olacağı ve kimyasal girdi kullanımını azaltacağı. Yarım asır önceki yeşil devrimin de açlığı ortadan kaldıracağı söylenmişti, oysa yeşili devirmekle kaldı. Sorun teknoloji değil elbette, sorun teknolojinin hangi ellerde ne için kullanıldığıyla ilgili. Ne yazık ki bu teknolojiler bugüne kadar büyük tekeller tarafından büyük kârlar için kullanıldı.

Herhalde bu yasanın en büyük savunularından birisi, bugüne kadar farkında olmadan bizlere tükettirilen GDO’lu gıdaların bundan böyle kontrollü olarak üretileceği veya ülkeye giriş yapacağı savı olacak. Yetkililer “adı üstünde biyogüvenlik” diye açıklama yapacaklar. Arkasından bu gıdaların ne kadar sağlıklı olduğuyla ilgili, belki de üniversite onaylı, reklamlar izleyeceğiz. Sonra bir bakmışız genetiği değiştirilmiş gıdalar ve bu gıdaların tüketimi, bugün her köşe başında bulunan ve bir devlet büyüğümüzün oğlu tarafından ülkeye sokulan mısır taneleri kadar yaygınlaşmış. Peki bu kadar mı, tabiî ki değil. Zira sermaye biriktikçe kendine yeni oyun (kâr) alanları bulmak ister. Ondan sonra da sıra, şimdilik uygulama dışında tutulacağı söylenen bebek mamalarına gelecek tabi.

Sadece sebzenin meyvenin tadını kaçırmıyoruz, hayatın da tadı tuzu kalmıyor, tadımız kaçıyor yani anlayacağınız. Bu daha başlangıç, önümüzdeki on yıllarda, insan bilinci buna alıştırıldığında, sıra GDİ’lere yani Genetiği Değiştirilmiş İnsanlara gelecek. Sonra ver elini Cesur Yeni Dünya.

Hz. İbrahim’i atmak için büyük bir ateş yakmışlar. Bu esnada bir karınca su taşıyormuş. Yolda giderken karşılaştığı karıncalar nereye gittiğini sormuşlar. Karınca, “Hz. İbrahim’i atacakları ateşi söndürmek için su taşıyorum” demiş. Karıncalar gülmüşler, götürdüğü suyun ateşi söndürmeye yetmeyeceğini söylemişler. “ Olsun” demiş karınca “ben de biliyorum yetmeyeceğini, ama hiç olmazsa safım belli olsun”. Benimki de o misal, hiç olmazsa safım belli olsun, hiç olmazsa safınız belli olsun.
Ateşe su taşıyan karıncaların sayısının artması dileğiyle.

Fatih Özden, Ziraat Mühendisi
www.karasaban.net

Buğday Derneği, Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) İle İlgili 7 Noktaya Dikkat Çekiyor

Devlet Bakanı Cemil Çiçek ve Tarım Bakanı Mehdi Eker’in basında yer alan “GDO’lu bitkilerin Türkiye’de yetiştirilmesi” ile ilgili açıklamaları üzerine Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Türkiye’nin Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO) ile ilgili geri dönüşü olmayan bir yola girmemesi için hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini yedi önemli noktaya çekiyor.

Buğday Derneği, her ne kadar bu konuyla birlikte yeniden gündeme gelen, Tarım ve Gıda Bakanlığı’nın kurulması ve yeniden yapılanmasını destekliyorsa da, Hükümet yetkilileri ve kamuoyunun dikkatini aşağıdaki noktalara çekmek ve geri dönüşü olmayan bir adım atılmadan önce gerekli tüm sorgulamanın sağduyu ile tarafsız ve bilimsel olarak yapılması gerektiğini savunuyor:

  1. GDO günümüzde dikildiği bölgelerde iddia edildiği gibi sentetik ilaç kullanımını azaltmamış, aksine büyük alanlarda tek tip üretime (monokültür) dayalı, sentetik tarımsal girdi ve teknik uygulama ihtiyacını ortaya çıkartmıştır.
  2. GDO ekimi Kanada, ABD, Brezilya gibi ülkelerde çok büyük alanlara sahip geniş toprak ve mali güç sahibi işletmelerde gerçekleştirilmiştir. Türkiye kırsalında, kırsal kalkınmadaki ana hedef kitle olan orta ve küçük ölçekli tarımsal işletmeler için bir çıkış noktası olamaz.
  3. Kırsal kalkınma ihtiyacına ekolojik üretim, ekolojik tarım turizmi gibi hızla gelişen sektörler sayesinde yanıt bulan küçük ve orta ölçekli tarımsal işletmeler, muhtemel bir GDO ekimi ile bu şanslarını genetik-tozlanma ile bulaşma sonucunda tamamen kaybetme riski ile karşı karşıya kalacaklardır.
  4. Günümüzde GDO konusuna karşıt guruplar kesinlikle marjinal-azınlık-çığırtkan guruplar değil, AB ve dünya pazarındaki tüketici kitlelerdir. Bu gün içinde bulunulan kriz ortamında dünya tüketicisinin istemediği bir ürüne yatırım yaparak talebi sürekli artan ekolojik ürün gibi bir değerden vazgeçmek ulusal bir kayıp olacaktır.
  5. Bilimsel olarak GDO henüz aklanmış bir teknoloji değildir. AAEM (Amerikan Çevreci Tıp Akademisi) in bilimsel çalışmalarla elde ettiği bulgular sonucunda, GDO içeren gıdaların tamamen yasaklanması önerisi yapması gibi birçok bilimsel GDO karşıtı görüş mevcuttur. Bu görüşlerin karşı savunması yapılmamıştır.
  6. Türkiye bu gün GDO yetiştiren ülkelere oranla çok daha zengin bir biyolojik ve tarımsal çeşitliliğe sahiptir. Bu gücünü bilimsel olarak çevre ve insan sağlığına etkisi kanıtlanmamış ve dışa bağımlı bir teknoloji ile riske atması ve geri dönüşü olmayabilecek bir tahribata yol açması rekabet şansını artırıcı değil, tam tersine kaybettirici bir etki yaratacaktır.
  7. Dünyada açlığın önüne geçilmesi ve sağlıklı nesillerin yetişmesi ancak sağlıklı ve zengin bir doğa ve onun çok çeşitli kaynaklarının sürdürülebilir kullanımı ile mümkün olabilir. GDO gibi teknolojiler ekonomik bağımlılığı artırarak gıda ve ekonomik dağılımın daha da fazla bozulmasına ve fakirliğin artmasına sebep olmaktadır.

Tüm bu noktalar bilimsel ve gerçek veriler ile desteklenmiş, çok geniş bir bilgi havuzundan süzülmüş bir özettir.

Buğday Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Victor Ananias “Bu konu sağ ve sol çekişmesi, ekonomik gelişmeyi isteyenler ve istemeyenlerin çatışması, bir siyasi görüşün tasarrufu olup olmaması ile ele alınamayacak derecede yaşamsal bir konudur” diyerek konuyla ilgili endişelerini belirtti. Ananias, “Bilim sadece kısa vadeli ekonomik hacim artışı için alet edilirse daha çok DDT’ler üretip yıllarca toplumumuzu, kaynaklarımızı ve geleceğimizi geri dönülmez bir şekilde kaybedebiliriz” dedi.

http://www.bugday.org/article.php?ID=3133


GDO'lu gıdalar nasıl anlaşılır.


GDO’lu gıdalardaki olumsuzlukları gözler önüne seren Saadet Partisi Nilüfer İlçe Başkanı Fikret Serkan, konuyu katılımcılara şu sözlerle aktardı.

“Sağlıklı gıda sağlıklı bir toplum için vazgeçilmezlerdendir. Günümüzde ülkemiz kanser, AIDS, vb. hastalıkların ciddi tehdidi altındadır. Gerek çevre kirliliği, gerek üretilen gıdalar üzerinde oynanan oyunlar, gerekse ilaç kartellerinin önce mikrobu üretip sonra ilacını dünyaya pazarlamasını içeren çirkin oyunlar sağlığımızı bozuyor. Gıda ürünleri açısından en büyük tehlike GDO’ lu (genleri ile oynanmış) tohumlar ile üretim yapılmasıdır. Örneğin domatese balina geni aşılayarak soğuğa dayanması sağlıyorlar.

— Uzun vadede KANSER yapmaktadır.

—Gelecek yıl için o üründen tohum alınamamaktadır.

—Sonraki yıllarda o toprağa GDO’lu ürün haricinde bir ürün ekildiğinde ürün vermemekte yani toprağımızı kirleterek ebediyen esir almaktadır.

—Her geçen yıl tarla için daha fazla ilaç kullanımı gerekmekte buda hem ilaç hem de tohum yönünden yurtdışına bağımlı hale gelmeye neden olmaktadır.

GDO’lu ürünü nasıl anlarız?

- Orijinalinin mevsimine göre zamansız piyasaya çıkarlar.

- Daha iridirler ve üzerlerinde yumrular halinde şekil bozukluğu vardır.

- Tatları saman gibidir kokuları yoktur

- İçleri beyaz süngerimsi kıvamdadır.

- Çok hızlı sürede üretilirler. Örneğin 30 günde tavuk 5 ayda dana haline getirilirler.

Toplum sağlımızı korumakla görevli AKP hükümeti maalesef çıkardığı kanun ile GDO’lu ürün ve tohumların ülkemize girmesine izin vermiş. Yerli tohumculuğu geliştirmek şöyle dursun içinde yüzyıllardan gelen binlerce tohum çeşidimizi barındıran Tohumculuk Enstitüsü’nü sadece 1 milyon dolara İSRAİL’li bir firmaya satmıştır. Şeker üreticisine kota koymuş, onun yerine Amerikan CARGİL şirketine özel kanunla hormonlu tatlandırıcı üretimine %30 luk bir oran ile (diğer ülkelerde bu oran %7dir) izin vermiştir. Ucuz süt tozu ithali nedeniyle süt ürünleri büyük ölçüde süt tozundan yapılır hale gelmiştir. Hayvancılığın desteklenmesi gerekirken tam tersine ne olduğu belirsiz parça et ithalatına kolaylık getirilmiş, Domuz kasaplık et statüsüne alınarak üretimine kredi sağlanmış, Köylümüzün ürettiği ürünlerin fiyatı ucuzlatılmış tersine ilaç, gübre, yem fiyatları ciddi oranda zamlar yapılarak pahalılandırılmıştır. Bu suretle Köylümüz perişan edilmiştir. Kuş gribi oyunu ile de ülkemizdeki tüm köy tavukları yok edilmiştir.

Saadet Partisi olarak çözüm önerimiz kesinlikle yerli üretim yapılması bunun için üreticiye gerekli desteklerin verilmesidir.

Ayrıca zabıta yasası yeniden düzenlenilmeli, gıda sağlık kontrolleri için gerekli teknik donanımlar çağımızın gerektirdiği koşullara uygun hale getirilmelidir.

Sağlığınız için GDO lu ürünler almayınız tüketmeyiniz. Organik gıdalar yemeğe özen gösteriniz.

Emperyalizmin yeni silahı ‘Genetiği Değiştirilmiş Organizmalı Tohumlar’

Geceye katılan bir diğer konuklardan Gemlik Ziraat Yüksek Mühendisi GDO’ya Hayır Platformu sözcüsü Ekolojik Yaşam Derneği Başkanı Arca Atay’ın, açıklamalarında geceye damgasını vuran iddialarda bulundu.

Atay; “Türkiye’de şimdiye dek, üretimi ve dağıtımı yasak olan GDO’lu tohumlar, 2006 da kabul edilen Tohumculuk Kanunu ile yasallaştırılmaya çalışılmış ve ülkenin GDO ile işgaline ortam hazırlanmaktadır. Artık yabancı şirketler, gen kaynağı olan ülkemizde, herhangi bir tohumumuzu, biyoteknolojik yöntemlerle kazandırdıkları bir özelliği gerekçe göstererek patentleyebileceklerdir. Tüm Avrupa’daki bitki çeşidine yakın bir sayıda ve 3000’i de endemik olmak üzere, toplam 11 bin bitki çeşidine sahip olan Anadolu coğrafyası, gerçekte bir gen bankası niteliğindedir. GDO işgali, biyolojik çeşitliliğimiz üzerinde büyük bir tehdit oluşturacaktır. Tohumculuk yasasıyla GDO’lu tohumların ülkeye girişinin serbest bırakılması ve ticarileştirilmesi bir anlamda hukuksal güvenceye kavuşturulmuş ve çok yakında Meclis gündemine getirilecek olan Ulusal Biyogüvenlik Yasası ile de bu olay perçinlenecektir. Zira Biyogüvenlik Yasasının ülkeye transgenik ürün girişinin serbest bırakılması ve ticarileştirilmesini sağlayacağı bizzat hükümetin devlet bakanı tarafından açıklanmıştır.

Ulusal Biyogüvenlik Yasasının yabancı gen aktarımlı tohum ve gıdaların giriş ve üretimlerine serbestlik değil yasak getirilmesini istiyor, tüm üreticileri, tüketicileri, sivil toplum örgütlerini ve bilim insanlarını bu konuda uyanık ve duyarlı duyarlı olmaya, düzenlenmekte olan GDO işgal senaryosuna karşı çıkmaya çağırıyoruz.” yorumunu yaptı.

GDO'lu gıdalar gerçekten tehlikeli mi?

GDO 'da en önemli tehlike;
Gen Kaçması'dır. Bu da genetik çeşitliliği tehlikeye sokuyor. Ama bu sadece bir teori. Bir düşünün, tozlaşma ile sadece tek tip canlılar mı ortaya çıkar? Öyle olsaydı ne olurdu? bir örnek vereyim; Golden ve Starking elma çeşitlerini bilmeyen yoktur herhalde. Peki neden Golden çeşidi poleni ile döllenen Starking'lerin hepsi Golden'e dönüşmüyor? Neden Bütün elma çeşitleri tek tip olmuyor? Bu olabilir mi? GDO'lar da diğer bitkiler ile tozlaşınca hepsi GDO olmayacaktır .

Ama zamanla belli bir popülasyona sahip, ve hatta Crossing Over sayesinde daha farklı tiplerle dolu bir genetik havuz oluşacaktır.

Bunun yanısıra eğer gen kaçışı gösteren bitkide Terminatör Gen var ise bu kez GDO olmadığı halde terminatör gen taşıyan GDO polenleri ile döllenen ürünler ya hiç tohum bağlamayacak tohumlar çimlenmeyecektir. Yani Terminatör Gen tohumun ölmesini sağlayacaktır. Bu da GDO kullanmayan üreticilerin gelecek yıl için kendi tohumlarını üretmelerini engelleyecektir. üreticinin bu hakkı engellenmiş olacaktır. Günümüzde GDO ile ilgili yapılan çalışmaların çoğu bu problemleri çözmeye yönelmiştir.
Birçok araştırıcı gen kaçmasının bir şekilde engellemesi için çalışıyor.

GDO'lu ürünler hangileridir?

Pek çok GDO lu ürün var;
Mısır, patates, domates, pirinç, soya, buğday, kabak, balkabağı, ayçiçeği, yer fıstığı, bazı balık türleri, kolza, kasava, papaya.

Bunların dışında çalışmaların devam ettiği ürünler var;
Muz, ahududu, çilke, kiraz,ananas, biber, kavun, karpuz, kanola.

Üretimi sırasında GDO kullanılmış pek çok ürün var,

Mısır ve soya genleri ile oynanan ürünlerde ilk sırayı aldıklarında bu bitkilerden üretilen yan ürünlerin de GDO lu olma riski var.

*Mısır ve soyadan üretilen yağ, un, nişasta,glikoz şurubu, sakkaroz, fruktoz içeren gıdalar günlük tüketim maddeleri arasında yer alıyor. Örneğin,;
Bisküvi, kraker, kaplamalı çerezler,pudingler, bitkisel yağlar,bebek mamaları, şekerlemeler, çikolata ve gofretler,hazır çorbalar,mısır ve soyayı yem olarak tüketen tavuk ve benzeri hayvansal gıdalar ile pamuk GDO lu olma riski taşıyor.

* Sadece mısırdan üretilen ve çeşitli gıdalarda bileşen veya katkı maddesi olarak kullanılan yan ürün sayısı 700'ü, soyadan üretilen türevlerinin sayısı ise 900'ü buluyor. Yani bu yan ürünleri içeriğinde kullanan her bir işlenmiş ürünün GDO'lu olma riski bulunuyor.

Türkiye'de Denetim Yok!

GDO lu tohum yasaklanmış olsa da bu tip ürünlerin ithalatının kontrolü yok ve girişler sadece beyana dayalı...

Gen aktarılmış ürün yetştiriciliği yasak, Bakanlık kontrollü olarak bazı sahalarda GDO lu bitki yetiştiriciliği yapıyor.

GDO içeren ürünlerin Türkiye'ye ithali serbest.

Türkiye'de GDO içeren ürünleri satılma riski çok yüksek. Çünkü bu konuda yasal düzenleme yok. Riski en yüksek olan ürünler içeriğinde mısır ve soyadan elde edilen yan ürünleri içerenler. Çünkü Türkiye mısır ve soya ithalatının büyük bölümünü, en büyük GDO lu mısır ve soya üreticileri olan ABD ve Arjantin'den alıyor.

GIDA SEÇİMİNDE NELERE DİKKAT ETMELİ?

Ürünleri dış görünüşünden anlamaya imkan yok.Bu nedenle riski azaltmak gerek.
  • Yukarıdaki "Hangi ürün GDO lu olabilir ?" bölümünü iyi okuyun. Böylecerisk gruplarını tespit edersiniz.
  • Organik ürünler yemeye dikkat edin.Bu ürünlerin üretiminde ekolojik sertifikalı tohumluk kullanılır. Her organik veya ekolojik denen üğrüne itibar etmeyin.Mutlaka sertifikasını görmek isteyin. Alışveriş yaptığınız marketlerde organik ürün talep edin.
  • Gıdaları mevsiminde tüketin. Mevsimi dışında yetiştirilen sebze ve meyveler için doğal olmayan zorlama yöntemler kullanılmaktadır. Doğal yöntemlerin kullanılmadığı seralarda çok fazla tarım ilacı kullanıldığını da unutmayın.
  • Gıdalarınızı yerel olanlardan seçin.ABD veya Arjantin gibi dünyada en çok GDo üreten ülkelerden gelen ürünlerin GDO lu olma riski yüksek. Ülkemizde üretilee ve kaynağını bildiğimiz ürünler tüketerek yerel çeşitlerin korunmasına da katkıdabulunun. Ayrıca dünyanın farklı bölgelerinden gelen ürünlerin ulaştırılması için harcanan yakıtın yarattığı kirliliği unutmayın.

GDO'lu gıdaların insan sağlığına etkileri

İNSAN SAĞLIĞINA ETKİLERİ

GDO lu bitkiler yüksek allerji riski taşıyor. Allerjenler, genetik mühendisliği yoluyla bireylerin güvenli olduğunu düşündükleri için tüketmekte sakınca görmedikleri besinlere de aktarılabiliyor. Bu durumda birey allerjeni taşıdığını bilmediği besini tüketerek kendini riske atabiliyor.

(11 Aralık 2003'te Rusya'da bir gurup bilim adamı son üç yıl içerisinde allerji belirtisi gösteren hastaların sayısında 3 kat artış olduğunu ve bunun altında yatan nedenin Genetiği Değişmiş Ürünler'in (GDÜ) tüketimi olabileceğini açıkladılar.-Traavik ve Smith, 2004)

Toksik (zehirleyici ) Etkiler

Araştırmalar GDO lu patateslerin fareler için toksik etki yaptığını, bağışıklık sisteminde bozukluklar,viral enfeksiyonlar gibi birçok etkileri olduğunu ortaya koyuyor.

(1980 lerin sonunda bir Japon firması triptofan adlı bir aminoasidi bir bakteriye ürettirerek bbesin takviyesi olarak ABD de satışa sundu.Aylar içinde ürünü kullanan kişilerde sinir sistemini etkileyen, kas ağrıları ve kandaki bazı hücrelerin sayısında artış ile seyreden eozinofili-miyalji sendromu ortaya çıktı. Bu sorunları yaşayan 155 kişşide kalıcı hasar meydana geldi,37 hasta yaşamını yitirdi.Mayeno ve Gleich,1994 . Yapılan incelemne sonucu genetiği değiştirilmiş bakterideki artmış triptofan üretiminin toksik bir yan ürün oluşumuna yol açtığı ve sendromun toksik madde nedeniyle ortaya çıktığı anlaşıldı.)


Antibiyotiğe Karşı Dayanıklılık Oluşturması


GDÜ lerin üretimi sırasında belirteç gen olarak kullanılan antibiyotik direnç genlerinin en büyük tehlikesi, ortamda bulunan bakteriler aracılığı ile yayılması.

Bakteriler arasında doğal yollarla gen alışverişi yapıldığı biliniyor.Antibiyotik direnç genlerinin hastalık yapan mikroorganizmalar geçişi, bu bakterilerin neden olduğu enfeksiyonların kontrol altına alınmasımı güçleştiriyor. Bu tür ürünleri tüketen canlının sindirim sisteminde bulunan bakterilerin, o ürünün yapısında bulunan antibiyotik direnç genini alması mümkün.

Bt nin ( Bacillus thuringiensis) etkileri

Tarımda uzun zamandır böcek öldürücü olarak kullanılan Bt spreyi toprakta parçalanıyor. Ayrıca tüketilen ürün yıkanarak Bt spreyinden arındırılabiliyor. Ancak Bt geni aktarılmış ürünlerde Bt toksininin parçalanması ya da ürünün yıkanarak temizlenmesi söz konusu değil. Bu durumda Bt toksini bütün etkisini ürün tüketilene kadar, hatta belki de tüketildikten sonra da sürdürüyor.
Bt geni aktarılmış ürünlerin tüketiminde bireyin maruz kaldığı Bt toksini miktarı Bt spreyindekinin 10-100 katı.

Hayvanlar üzerinde yapılan deneyler Bt toksininin memelilerde aktif olduğunu, sindirim sisteminde parçalanmadığını, bağırsaklarda bağlanabildiğini ve insan sağlığı açısından tehdit oluşturabileceğini ortaya koyuyor.

( Filipinlerdeki bir Bt mısır ekim alanının yakınında yaşayan köy halkında solunum yolu, sindirim sistemi, cilt reaksiyonları ve ateşle seyreden hastalığın, mısırın polen saçtığı dönemde ortaya çıktığı fark edildi. Bu bireylerin kan örneklerinde Bt toksinine karşı antikorlar saptandı-Travik ,2004)

Frankeştayn gıdalar sağlığımızı tehdit ediyor

GDOların Tehdit ve Riskleri

1. Biyolojik Çeşitlilik, Tarımsal Biyo çeşitlilik ve Doğal Dengeye Etkileri

Yerel türler tehdit altında.Yaşam bir bütündür ve gen halkalarındaki en küçük bir değişiklik beslenme zinciri yoluyla bütündeki diğer parçaları da etkiler.

Sonuçta insan, hayvan,bitki,mikroorganizmalarda yapılan herbir değişiklik bütünün bir diğer parçası olan tarımsal biyoçeşitliliği, yani sağlıklı beslenmenin temeli olan gıda çeşitliliğine etkileyecektir.

Hastalık ve diğer zararlılara karşı dayanıklı olması için genleriyle oynanmış bir buğday türünün belki verimi yüksektir ama, bir hastalık ya da zararlı sayesinde o türün yok olması ve dünyada artık başka bir buğday yetiştirilmediği için buğday ırkının tamamen ortadan kalkması gibi bir felaketi beraberinde getirebilir.

Modern tarım yüzünden zaten çeşitliler çok azlmış durumdadır.Asya'da mevcut 140 bin çeşitten sadece 6 sı ekili toprakların %70 ini kaplıyor. Azalan çeşitler ise tamamen GDO tehdidi altındadır. Çünkü GDO ların aktarılmış genleri çevresinde geleneksel yöntemle üretilmiş ürünlere geçebilmektedir. Arılar, kuşlar, böceklerve rüzgar gibi tozlaşmayı sağlayan etkenler GDO lu polenleri komşu tarlaya taşıyor ve oradaki üründe de genetik değişikliğe yol açıyor. "GEN KAÇIŞI" adı verilen bu bulaşma sonucu yaşamın sürdürülebilirliği açısından büyük önem taşıyan bitkiler tek tipleşmekte ve doğal çeşitlilik azalmaktadır. Milyonlarca yılda oluşan türler 5-10 senede yok olmaktadır.

Birkez gen aktarımı başlatılınca genetiği değişmiş ürünün, genetiği değişmemiş
ürünlere bulaşması -ileriki nesillere de aktarılacağından- önlenemez hale gelmektedir.

Yararlı böcekler yok oluyor. Zararlı böceklere karşı dayanıklı olmalarını sağlamak için bazı bitkilere aktarılan toksin (zehir ) karakterli genler o böcekleri yiyen yaralı böcek türlerinin de yok olmasına neden oluyor.

(Toksin karakterli BT(Bacillus thuringiensis)geni aktarılmış bir bitkiyi yiyen bir böcekle beslenen Uğur böceği (gelin böceği) gibi yararlı böceklerin ölüm oranının arttığı ve gelişmelerinin geciktiği saptandı-Hagedorn 1998)


Bir risk ise toksinin etkin olduğu böcek türleri bu toksine zamanla dayanıklılık kazanıyor olması.(ABD de bt genli pamuk ekili alanlarının bir kısmında, pamuk koza kurdunun etkili olarak kontrol edilemediği gözlendi-Alam 1999)

Yabacı otlara dayanıklı genlerin aktarıldığı bitkilerin diğer canlılar ( uğur böceği) üzerinde öldürücü etki yaptığı gözlendi ( Steinbrecher,1996)

Böceklere ve yabancı otlara dayanıklılık geni aktarılmış bitkiler, zamanla o böcekler ve yabancı otlarda dayanımı arttırdığı için çok daha fazla tarım ilacı kullanılmasına yol açabiliyor. Yabani otlara karşı dayanıklılık geni aktarılmış bir bitkinin değiştirilmiş genleri rüzgar, kuş, böcek,arı vs. gibi etkenlerle başka bitkilere bulaşıyor ve bu geni almış yabancı otlar savaşılması güç bir şekilde çoğalıyorlar.

Ayrıca yabani ot ilacına dayanıklı genler aktarılmış bir ürünün yetiştiği tarlaya ertesi yıl farklı bir ürün ekildiğinde, tarlada kalan geçen yılın GDO lu ürünü yeni ürün için yabancı ottur. Ancak eski GDO lu yabani otlara dayanıklı olduğundan çiftçi için büyük sorun yaratıyor ve yeni ürüne şans tanımıyor, onunla mücadele etmek imkansızlaşıyor.

(Yabancı otlara doğru gen kaçışı nın kolza ve pancarda belirginleşmesi Fransa Tarımsal Araştırmalar Ulusal Enstitüsü'nün (INRA) yabani otlara dayanıklı tüm kolza varyetelerini stoktan çıkarmasına neden oldu.)

GDO nedir? Temiz ve Güvenli Gıda İstiyoruz.

Frankeştayn Gıda GDO

Bir canlının gen diziliminin değiştirilmesi ya da ona kendi doğasında bulunmayan bambaşka bir karakter kazandırılması yoluyla elde edilen canlı organizmalara "Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar", kısaca GDO adı veriliyor.
Bir canlıdan diğerine gen aktarımı, bir çeeşit kesme,yapıştırma ve çoğaltma işlemi olup, genetik mühendisleri tarafından uygulanıyor. Aktarılacak gen önce bulunduğucanlının DNA sından kesilerek çıkarılıyor.Sonra vektör adı verilen taşıyıcı virüs ile bu gen DNA molekülüne yapıştırılıyor.

Frankeştayn Gıda olarak da nitelenen GDO'lar bugün kolera bakterisi geni taşıyan yonca, akrep geni taşıyan pamuk, tavuk genli patates,balık genli domates gibi gıdalar şeklinde karşımıza çıkıyor.

İnsanlık bugün doğal çeşitliliğe zarar vererek tür zenginliğinin yok olmasına yol açan GDO ların çeşitli yollardan yayılarak yeni Frankeştaynlar yaratma tehlikesiyle karşı karşıya.

Neden GDO ya Hayır.

Canlılar üzerinde yapılan bu değişiklikler; canlı sağlığı,biyolojik çeşitlilik,ekolojik dengenin bozulması,ekonomik bağımlılık,canıların yaşam hakkının elinden alınması ve canlılar üzerinde mülkiyet hakkı tanınması açısından önemli tehdit ve riskler taşımaktadır.

Domuz gribinin belirtileri ve domuz gribinden korunma yolları

Domuz gribi, İnfluenza A virüsünün neden olduğu ve domuzlarda salgınlara neden olan bir solunum hastalığıdır. Domuzlardan insanlara bulaşabilmektedir. Bu yazımızda domuz gribinin belirtilerini ve domuz gribinden korunma yollarını açıklayacağız.

Domuz gribinin belirtileri nelerdir?

Domuz gribinin belirtileri normal insan gribi belirtilerine benzer. Bunlar
- Ateş,
- Öksürük,
- Boğaz ağrısı,
- Burun akıntısı,
- Vücut ağrıları,
- Baş ağrısı,
- Titreme halsizlik,
- Kusma,
- İshal.

Geçmişte zatürree ve solunum yetmezliği gibi ciddi hastalık ve ölümlere neden olduğu bildirilmiştir.

İnsandan insana nasıl bulaşır?

Domuz gribinin A/(H1N1), mevsimsel gribin bulaştığı gibi bulaşmakta olduğu düşünülmektedir. Kişiden kişiye genellikle öksürme, hapşırma gibi solunum yoluyla bulaşır. Bazen de hasta insanların ağız ve burunlarına temas etme yoluyla da bulaştığı bildirilmiştir.

Hasta bir kişinin öksürüğü ya da hapşırığından çıkan damlacıkların masa gibi bir yüzeye temas etmesinin ardından başka bir kişinin bu masaya elle dokunması, ardından ellerini yıkamadan gözlerine, ağzına veya burnuna dokunması sonucu hastalık kişiden kişiye geçebilir.

Hasta kişi, hastalık belirtileri görülmeden 1 gün önceden başlayarak; hastalandıktan sonraki 7 gün ve daha fazla gün boyunca bulaştırıcıdır. Bu da kişinin domuz gribi hastalığına yakalandığını daha henüz öğrenmemişken bulaştırıcı olduğunu göstermektedir. Çocuklar, özellikle küçük çocuklar, potansiyel olarak daha uzun süre bulaşıcı olabilir.

Hastalığa yakalanmamak için ne yapmak gerekir?

İnsanlar için geliştirilmiş bir aşısı henüz yoktur. Hastalıktan korunmak için rutin önlemleri uygulamak gerekir.

Bu önlemler:
- Öksürdüğünüzde ya da hapşırdığınızda ağzınızı ve burnunuzu bir kağıt mendille kapatınız. Kullandığınız mendili hemen çöpe atınız.
- Öksürdükten veya hapşırdıktan sonra ellerinizi bol su ve sabunla yıkayınız. En az 15 ila 20 saniye yıkama önerilir. Alkolle temizleme de tercih edilebilir.
- Ağzınıza, burnunuza ve gözlerinize dokunmaktan kaçının. Çünkü virüs ellerinizle başka kişilerle tokalaşma yoluyla da bulaşabilmektedir.
- Hasta kişilerle yakın temastan kaçının.
- Genel sağlığınıza dikkat ediniz.
- İyi uyuyun, fiziksel aktivitelerde bulunun, stresten kaçının, bol sıvı alın ve iyi beslenin
- Bu hastalıkla kontamine olmuş olabilecek yüzeylere temas etmekten kaçının.

Dünya Sağlık Örgütü seyahat eden kişilere neler tavsiye etmektedir?

Dünya Sağlık Örgütü uluslararası seyahatlerin kısıtlanmasını tavsiye etmemektedir. Her zaman olduğu gibi hasta olan kişilerin uluslararası yapacakları seyahatleri ertelemeleri ve uluslararası seyahat dönüşü hastalık belirtileri görülen kişilerin ise sağlık kurumlarına başvurmaları konularına dikkat etmeleri istenmektedir. Seyahat eden kişilere enfekte olma tehlikesine karşın kalabalık ve kapalı mekânlardan uzak durmaları ve akut solunum yolları enfeksiyonları olan insanlarla yakın temastan kaçınmaları tavsiye edilmektedir. Hasta olan kişilerle temastan sonra ve bu kişilerin bulundukları ortamlarla temastan sonra ellerin yıkanması hastalık riskini azaltacaktır. Ayrıca hasta insanlar hastalığın yayılmasını önleyici uygun davranışlar sergilemeye davet edilmektedir.(Sağlıklı insanlardan uzak durmak, elleri yıkamak ve öksürükle/hapşırıkla bulaşmayı engellemek için kâğıt mendil ve maske kullanmak).

Domuz gribinin tedavisi var mı?

Oseltamivir veya zanamivir kullanımı domuz gribinin önlenmesinde CDC tarafından tavsiye edilmektedir. İlaç kullanımı hastalığın seyrini hafifletmekte ve daha hızlı bir iyileşmeyi sağlayabilmektedir. Bunun yanı sıra ciddi komplikasyonların da gelişmesi engellenmiş olur. Antiviral ilaçlara, semptomların görülmeye başlamasından itibaren ilk 2 gün içinde başlanması gerekir.

Domuz gribiyle ilgili komplo teorileri


ABD ve Avrupa’ya sıçrayan Meksika kökenli domuz gribi paniği sürüyor. Meksika’da şu ana kadar 100′den fazla kişi hayatını kaybetti. Domuz gribi insan gribiyle aynı belirtiler gösteriyor. Yani öksürük, ani ateş, baş ağrısı, kas ağrıları şeklinde başlıyor.

İlk defa Meksika’da görülen grip ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Yeni Zelanda gibi ülkelerde görüldü. Yunanistan acil önlemler aldığını duyurdu.

Meksika’dan ABD’ye ve dünyanın birkaç ülkesine daha sıçrayan domuz gribi paniği büyüyor. Meksika’da ölü sayısı 149′u bulurken, eğitim-öğretime ara verildi. ABD Başkanı Barack Obama’ya Ulusal Antropoloji Müzesi’ni gezdiren Meksikalı ünlü arkeolog Felipe Solis’in (65) de domuz gribinden öldüğü şüphesi salgının biyolojik silah saldırısı olduğu yönünde komplo teorileri ne yol açtı.

Solis’in kalp krizinden öldüğü açıklansa da, domuz gribine yakalanmış olabileceği söylentileri yayıldı. Bu söylentiler üzerine Beyaz Saray, Başkan Obama’nın 16-17 Nisan’da Meksika’ya ekonomik işbirliği toplantılarına katılmak için gerçekleştirdiği ziyaret sırasında ölümcül salgın hastalığa yakalanmadığını açıkladı. Bu arada internet bloglarında, domuz gribinin hızlı yayılmasına neden olan genetik yapısından dolayı (kuş, domuz ve insan gribi kombinasyonu) insan eliyle yapılmış olabileceğine spekülasyonlar yapılıyor. Aşırı nüfus artışından endişe eden siyasi liderlerin, insanları süper bir virüs salgınıyla öldürerek nüfus planlaması sorununu çözmeye kalkışabilecekleri bile yazılıyor.

Küresel dayanışma çağrısı

Öte yandan Dünya Sağlık Örgütü, ABD’de 40, Meksika’da 26, Kanada’da 6, İspanya’da da 1 olmak üzere dünya çapında şu an için doğrulanan 73 domuz gribi vakası olduğunu bildirdi. BM Gıda ve Tarım Örgütü (FAO), domuz gribi nedeniyle tüm ekiplerini birinci derecede alarm durumuna geçirdi. Örgüt, domuzlardaki durumun derhal kendilerine iletilmesini ve numunelerin laboratuarlarına gönderilmesini talep etti.

BM Genel Sekreteri Ban Ki-mun, “Gerçekten bir domuz gribi salgınıyla karşı karşıyaysak, buna karşı küresel dayanışma göstermeliyiz. Hiçbir ülke böyle tehditlerle tek başına baş edemez” dedi.

Domuz gribine ozon tedavili çözüm


Uzmanlar, dünyada yaygın olarak doğal bir tedavi olarak uygulanan ozon tedavisinin domuz gribi ve tüm grip türleri üzerinde etkili koruyucu bir önlem olmakla kalmadığını aynı zamanda ozonun domuz gribi ve diğer tip grip virüslerini çevreleyen lipit yapılarını parçalayarak virüslere zarar verdiğini belirtiyor.

Domuz gribi korku salmaya devam ediyor. Hastalığa yakalananların sayısı son araştırmalara göre 272 bini geçti, 3 bin 400 kişi de hayatını kaybetti. Peki, bu korkunç hastalığa bir çözüm yok mu? Yeni geliştirilen aşı fayda gösteriyor mu?

Ateş, öksürük, boğaz ağrısı, yaygın vücut ağrısı, baş ağrısı, üşüme, yorgunluk ve ishal gibi belirtiler gösteren A/H1N1 virüsünün (domuz gribi) sıcak iklimlerde barınmaması ve daha çok kış aylarında görülmesi sebebiyle önümüzdeki aylar oldukça önem taşıyor diyen Dr. İsmail Ağar; okulların açılması, kapalı mekânlarda ve topluluk içinde bulunma sıklığının artması, bağışıklık sisteminin zayıflaması gibi salgın hastalıkların yayılma hızını arttıran koşulların kış aylarında artış göstereceğini dolayısıyla konu hakkında ciddi önlemlerin alınması gerektiğini vurguluyor.

Domuz gribine karşı ozon aşısı

Dr. İsmail Ağar, Ozon aşısının domuz gribi ve diğer tip grip türleri üzerindeki etkisini şöyle anlatıyor; dünyada ozon tedavisi mevcut koruyucu tedbirlere ekleniyor. Çünkü ozon tedavisi zarflı virüs yapısında olan domuz gribi ve diğer tip griplerin virüslerini çevreleyen lipit yapılarını parçalayarak virüslere zarar vermektedir. Bu nedenle domuz gribi ve diğer virüslerin vücuda verdiği zarar önemli ölçüde azalmaktadır.

Ozon tedavisi vücut direncini arttırarak bağışıklık sistemini güçlendirir. Bağışıklık sistemi hücrelerinden sitokin salınımını arttırır, birçok hastalığa karşı koruyucu kalkan oluşturur. Ozona hassas birçok virüs grubuna karşı koruyucu özelliği bu virüslerin sayısını azaltmakta veya yok edebilmektedir.

Ozon tedavisi, domuz gribi hastalıklarda vücudun direnç sistemini geliştiren bir tedavidir ve mevcut koruyucu önlemlere eklenmesi ciddi fayda sağlamaktadır

Öte yandan kış mevsiminde salgınlara neden olan Grip “influenza” virüsü solunum yoluyla insan vücuduna girmesiyle oluşan bir enfeksiyon hastalığıdır. Gribin hafif ya da şiddetli olarak geçirilmesi kişinin bağışıklık sisteminin gücüyle bağlantılıdır.

Doğal ve yan etkisiz bir tedavi olan ozon uygulaması tüm enfektif ajanlara karşı savunma sistemini güçlendiren tedavi, bağışıklık sistemini güçlendiren koruyucu önlemdir.

Domuz gribine doğal tedavi

Tatlı sektöründe faaliyet gösteren Seyidoğlu, vücut direncini arttırdığı bilinen tahin,pekmez ve reçelden oluşan paketi bir aylığına 11,95 TL'ye piyasaya sürdü. Seyidoğlu Genel Müdürü Mehmet Göksu, son günlerde artan salgın hastalıklara karşı uzmanların vücut direncini artırıcı gıdaları önerdiğini belirterek, "Biz de dar gelirli vatandaşların alabilmesi için sadece bir aylığına piyasaya böyle bir ürün sürmeye karar verdik." dedi.

Göksu, yaptığı yazılı açıklamada "Tahin, pekmez ve reçel üçlüsü gerek sahip olduğu vitamin ve proteinler bakımından vücut direncini artırıcı bir rol oynuyor. Salgın hastalıklara yakalanma durumunda vücut direnci yüksek hastalar daha çabuk iyileşebiliyor. Anne Babalar kahvaltı sofralarında tahin ve pekmezi mutlaka bulundurmalı. Çocukların gelişimi açısından bu gıdalar büyük önem taşıyor." ifadelerini kullandı. Son günlerde gündemden düşmeyen Domuz Gribi'nden korunmak için de önerilen gıdalar arasında tahin ve pekmezin yer aldığını ifade ederek, "Uzmanlara danışarak salgınlara karşı vatandaşı zinde tutacak koruyucu bir set hazırladık. Sofralarınızda bu gıdaları eksik etmeyin, soğuk havalara ve hastalıklara karşı korunun." diye konuştu.

Göksu'nun verdiği bilgiye göre, iyi bir karbonhidrat ve enerji kaynağı olan pekmez, yoğun mineral içeriyor. Pekmez özellikle günlük kalsiyum, demir, potasyum ve magnezyum gereksiniminin büyük bir kısmını karşılıyor. Mineral miktarının fazla ve emilim oranlarının yüksek olması nedeniyle hamile ve emziklilerin, tüberkülozlu hastaların, iyileşme dönemindeki kişilerin diyetinde yer alması öneriliyor. Susamdan elde edilen tahin ise, yağ, yüksek değerli protein ve B vitaminleri içermesinden dolayı en az et ve süt kadar kıymetli bir gıda sayılıyor. Vücudun protein, vitamin, kalsiyum, fosfor ve demir ihtiyacını giderilmesine önemli katkı sağlayan tahin, kan yapımını, kemik gelişimini destekleyerekr kansızlığın giderilmesine destek veriyor

Domuz gribi olursam ne yapmalıyım?


Domuz gribi şüpheli bir kişi ile temastan sonraki 7 gün içinde kendinizde yukarıda sıralanan hastalık belirtileri olduğunu hissederseniz hemen 112 yi arayın, evden dışarıya çıkmayın, sağlık ekiplerinin size ulaşmalarını bekleyin.

Domuz gribinden kendimi nasıl koruyabilirim?


Aşağıdaki önlemleri alarak sadece gripten değil; grip gibi solunum yoluyla bulaşan tüm hastalıklardan kendinizi koruyabilirsiniz:

* Öksürme ve hapşırma sırasında ağzınızı ve burnunuzu bir mendil ile kapatınız. Mendilinizi kullandıktan sonra çöp sepetine atınız.
* Öksürdükten ve hapşırdıktan sonra ellerinizi bol sabun ve suyla yıkayınız. Alkol içeren el yıkama antiseptikleri de etkilidir.
* Kirli ellerinizle gözlerinize, burnunuza ve ağzınıza dokunmayınız.
* Domuz gribine yakalanırsanız, belirtilerin başlamasından 7 gün sonrasına ya da belirtilerinizin tamamen geçmesinden bir gün sonrasına kadar evde istirahat ediniz.
* Hastalığın bulaşmaması için çevrenizdeki kişilerden uzak durunuz.
* Bulunduğunuz mekanı sık sık havalandırınız.

Domuz gribinin (A/H1N1) belirtileri nelerdir?

Domuz gribinin belirtileri, insanlarda görülen grip belirtilerine benzerdir. Bunlar:
Ateş,
Öksürük,
Boğaz ağrısı,
Yaygın vücut ağrısı,
Baş ağrısı,
Üşüme ve
Yorgunluk
gibi belirtileri içermektedir. Bazı vakalarda kusma ve ishal de görülebilmektedir

Domuz gribi (A/H1N1) nasıl bulaşmaktadır?


Domuz gribinin de yine mevsimsel griple aynı şekilde yayıldığı düşünülmektedir. Grip virüsleri insandan insana öksürük ve hapşırma yoluyla bulaşmaktadır. Grip virüsü bulaşan bir yere dokunulduktan sonra, eller ağız ya da buruna götürüldüğünde de hastalık bulaşabilir

Alerjik citler için doğal çözüm - Suna Dumankaya


Suna Dumankaya Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında alerjik cildi sakinleştirmek için doğal formül önerdi.

Alerjik bir cildi sakinleştirmek için:

Malzemeler:

1 bardak süt
1 tatlı kaşığı acı badem yağı
Yarım çay kaşığı tuz

Uygulama: Malzemeleri karıştırdıktan sonra pamuk veya bir tülbent yardımı ile alerjik cilde kompres yapın.

Cilt sarkması için limon-maden suyu kürü - Suna Dumankaya


Suna Dumankaya Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında Çene altı, gıdı,ve göbek ve koldaki cilt sarkması için doğal formül önerdi.

Gayet basit ve pratik olarak hazırlayabileceğiniz bu formül cildi toparlayarak sıkılaştırıyor.

Cilt sarkmasına karşı doğal formül:

Malzemeler:

• 1 adet limon
• 1 şişe maden suyu
• 1 çay kaşığı limon yağı veya zeytinyağı

Uygulama: 1 adet limonu kabuğu ile birlikte küçük parçalara ayırdıktan sonra küçük bir kabın içinde maden suyu ile iyice yumuşayıncaya kadar kaynatın. Blendırdan geçirin. 1 çay kaşığı limon yağı veya zeytinyağı ilave edin.

Elde ettiğiniz karışımı sarkma olan bölgelere sürün. Yarım saat cildinizde beklettikten sonra peeling yapar gibi ovalayarak cildinizden temizleyin. Haftada 2 kez uygulanabilir.

Her seferinde taze olarak hazırlanmalıdır.

Ahmet Maranki kısırlık giderici doğal öneriler


Prof. Dr. Ahmet Maranki Show Tv'de Yayınlanan Alişan ve Çağla Şikel'in sunduğu Her şey Dahil programında erkeklerdeki ve kadınlardaki kısırlık için doğal çözüm önerilerini açıkladı.

Erkeklerdeki kısırlık için:

• Bal ve poleni karıştırarak yiyin

• 100 gram bal ve 10 gram çörekotunu karıştırarak her gün yiyin.

• 1 kilo bal ile 100 gram ısırgan karıştırarak yiyin.

• Keçiboynuzu ( Hünnap ) pekmezi tüketin.

• İğde ağacının polenlerini bal ile karıştırarak yiyin.

Kadınlardaki kısırlık için:

• Toksin atıcı kozmik beden temizliğini mutlaka yapın.

• Civanperçemi, aslanpençesi ve çobançantası çaylarını mutlaka için.

• Soğan kürü uygulayın. 1 litre suyun içine 1 adet soğanı kafasına vurarak kırdıktan sonra kabukları ile birlikte koyun. 1 gece suda beklettikten sonra sabahları suyunu için.

Suna Dumankaya Göğüs Büyütmek İçin Bitkisel Çözüm


Güzellik Uzmanı Suna Dumankaya 20 nisan 2009 da Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında küçük göğüsleri büyütmek için doğal ve bitkisel çözüm önerisini açıkladı.

Malzemeler:

• 1 tutam şerbetçiotu,
• 1 tutam melek otu,
• 1 tatlı kaşığı çemen tohumu

Uygulama: Malzemeleri çay gibi demleyip öğünlerden sonra bir bardak için. Ayrıca hergün iki tane hurma yiyin. Kürü uygularken ayrıca elma suyu ile göğüslere masaj yapmak da etkili olacaktır.

Cinsel ilişki sonrasındaki ağrılar için kiraz sapı


Prof. Dr. İbrahim Saraçoğlu Kiraz sapının pek çok derde çare olduğunu bunlardan birinin de erkeklerde cinsel ilişki sonrasında kasıklarda oluşabilen şiddetli ağrılar olduğunu açıkladı.

Erkeklerde sıkıntı yaratan bu ağrının geçmesi içinde kiraz sapının çok etkili olduğunu belirtti.

Erkeklerde cinsel ilişki sonrasındaki ağrılar için kiraz sapı kürü

Uygulama: Yaklaşıkl 25 adet kurutulmuş kiraz sapını bir su bardağı kaynar suyun içine koyarak 5 dakika kaynatın. içine 2-3 damla limon suyu sıkarak günde bir kez için.Z amanla ağrılarınız azalacak.

24 Ekim 2009 Cumartesi

Bitkisel kürler ile sağlığınızı koruyun!


Şifalı bitkilerle tedavinin otoritesi Prof.Dr.İbrahim Saraçoğlu'nun bütün kitapları Milliyet'le bir arada geliyor.

Kitapları 2 milyondan fazla satan Prof.Dr. Saraçoğlu'nun verdiği mucizevi bitkisel kürler, pek çok rahatsızlığa karşı sizi ve sevdiklerinizi koruyacak, tedavi sürecinde yardımcı olacak.

Bitkisel Sağlık Rehberi

Sigaradan Alzheimer'a, kanserden reflüye ve romatizmaya kadar pek çok hastalığı önleyecek, tedavisinde yardımcı olacak kürleri size sunuyor. Bu kitap özellikler Amerika'da yayımlanan şifalı bitki kitaplarında referans olarak gösteriliyor!

Tıbbi Bitkiler Rehberi

Hastalıklarla savaşan etkin kimyasal maddeler ve bunları içeren mucize bitkilerin tümü bu kitapta sizleri bekliyor. Kronik yorgunluktan osteoporoza, tiroitten tansiyona 50'nin üzerinde rahatsızlığa karşı bitki türleri sizi çok şaşırtacak! Ayrıca anne sütünü arttırmanın sırlarını da bu kitap içerisinde bulabileceksiniz.

Bitkisel Tedaviler

Selülitten zayıflamaya, cilt maskelerinden saç kürlerine kadar cildinizin sağlık ve güzelliğine de çözümler sunuyor.

Unutmayın! Bu kürleri herkes evinde kolayca hazırlayabilir. Üstelik kullanılan tüm şifalı bitkiler ve sebzeler, ülkemizde bulunuyor. Bu 3 mucize kitap Milliyet'le sadece 49 kupona. İsteyen herkes 18-24 Ekim tarihleri arasında kampanyaya katılabilir!

Milliyet

"Domuz gribi aşısı 5 bin kişide denendi"


İstanbul Tabip Odası Genel Sekreteri Hüseyin Demirdiken, risk grubunda olan insanların aşı olması gerektiğini söyledi.

Demirdiken, yan etkisi bulunmayan ilaç olmadığını, H1N1 için üretilen aşının da yan etkilerinin olacağını, ancak bu yan etkilerin aşının sağlayacağı yarar karşısında ihmal edilebilir düzeyde olması gerektiğine dikkat çekti.

Demirdiken, ''Oda olarak, aşıyla ilgili bilimsel gelişmeleri yakından takip ediyoruz. Türkiye'ye gelecek olan aşı bugüne kadar beş bin kişinin üzerinde denendi. Kabul edilemez bir yan etkisine de rastlanmadı'' şeklinde konuştu.

Salgının yaygınlaşmadan önce aşılamanın belli risk gruplarında önemli fayda getireceğini ifade eden Demirdiken, Türkiye'de saptanan vaka sayısının 480 civarında olduğunu, hastalığın yaygın olmasının ölüm oranın yüksek olduğu anlamına gelmediğini kaydetti.

RİSK GRUBUNDAKİLER AŞILANMALI
Demirdiken, özellikle hamile, aşırı kilolu ve kronik hastalıkları olanların risk grubunda olduğunu ifade ederek, ''Özelikle altı aydan 24 yaşa kadar olanlar, altı aydan küçük bebeklere bakanlar, hamileler, 24-65 yaş arasında kronik hastalığı olanlar ve sağlık çalışanlarının aşı olması gerekmektedir'' şeklinde konuştu.

H1N1 virüsünden korunmanın en etkin yolunun ellerin yıkanması olduğunu ifade eden Demirdiken, öksürürken ve hapşırırken ağız ve burnun kapatılması gerektiğini, sokakta maske takıp gezecek kadar sorunun abartılmaması gerektiğini söyledi.

Vakanın görüldüğü okulların kapatılması yerine lokal çözüme gidilmesi gerektiğini vurgulayan Demirdiken, yurt dışında okulları komple tatil etmek yerine vakanın görüldüğü sınıftaki öğrencilerin evlerine gönderildiğini, aksi taktirde bunun önünün alınamayacağını belirtti.

KURBAN BAYRAMI YAKLAŞIYOR, DİKKAT!
Yaklaşan kurban bayramında insanların bayramlaşmak için çok fazla temas halinde olacağına vurgu yapan Demirdiken, herkesi hem kendisini hem de başkalarını korumak için daha dikkatli olmaya çağırdı.

'Domuz gribine karşı bilinçsiz antiviral kullanmayın'


EKMUD Başkanı Prof. Dr. Gaye Usluer, mevcut antiviral ilaçların yeni grip virüslerine karşı etkili olduğunu, ancak bu ilaçların mutlaka sağlık personeli tarafından reçete edilmesi halinde kullanılması gerektiğini söyledi.

ANKARA - Türkiye Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanlığı Derneği (EKMUD) Başkanı Prof. Dr. Gaye Usluer, direnç geliştireceği için antivirallerle korunmanın birincil hedef olarak asla düşünülmemesi gerektiği uyarısında da bulundu.

Sağlık Bakanlığı'nın Bilim Kurulu üyesi ve Eskişehir Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Anabilim Dalı öğretim üyesi de olan Usluer, dünyada domuz gribi salgınına yol açan A (H1N1) virüsünün mevsimsel gribe göre yüksek atak hızına ve özellikle 5-25 yaş arasındakilerde hızlı yayılıma sahip olduğunu söyledi.

Domuz gribinin genel olarak hafif belirtilerle seyrettiğini, ancak bazı olgularda daha ağır bir seyir izleyebildiğini kaydeden Usluer, hastalık süresince ortaya çıkan istenmeyen gelişmeler (komplikasyon) nedeniyle hastaların hayatını kaybedebildiğini anlattı.

Usluer, hastaların yüzde 15'inde grip ilişkili zatürre ve benzeri komplikasyonlar geliştiğini, yüzde 5'inin de yine bu komplikasyonlar nedeniyle hastaneye yatırıldığını belirtti.

Salgın yapan domuz gribi virüsüne bağlı yüzde 0.1-0.2 oranında ölüm bildirildiğini kaydeden Usluer, ''Atak hızı özellikle genç ve risk faktörü taşımayanlarda daha yüksek. Kişilerin zemindeki hastalıkları ve bağışıklık sistemleri hastalığın seyrini önemli ölçüde belirliyor'' dedi.

Prof. Dr. Usluer, mevsimsel gripte atak hızının yüzde 5-15 arasında değişmesine karşın, domuz gribinde bu atak hızının yüzde 30 olarak tanımlandığını ifade ederek, ''Hastalıkta kuluçka süresi 1-7 gün arasında değişiyor. Hastalar belirti ve bulguların ortaya çıkışından bir gün önce başlayarak 5-7 gün boyunca bulaştırıcı oluyor. Çocuklarda, yaşlılarda, kronik hastalığı olanlarda ve
bağışıklık sistemi yetersiz kişilerde bu süre daha uzun olabiliyor'' şeklinde konuştu.

''EN GEÇ 48 SAATTE TEDAVİYE BAŞLANMALI''
''Mevcut antiviral ilaçların yeni grip virüslerine karşı etkili olmasının tedavide önemli bir avantaj olduğunu'' kaydeden Usluer, şunlara dikkati çekti:

''Ancak bu ilaçlar mutlaka sağlık personeli tarafından reçete edilirse kullanılmalıdır. Domuz gribine karşı oseltamivir ve zanamivir etken maddeli iki antiviral ilaç etkili, ancak virüs amantadin ve rimantadin isimli antivirallere karşı dirençli. Antiviral tedavi ile grip ilişkili istenmeyen durumların gelişmesi engellenebilir. İstenen etkinliğin sağlanabilmesi için bulgular ortaya
çıktıktan sonra en geç 48 saat içinde tedaviye başlanmalıdır, ancak direnç geliştireceği için antivirallerle korunma birincil hedef olarak asla düşünülmemelidir. Yaygın ve kontrolsüz antiviral kullanımı, antivirallere direnci artıracaktır.''

Domuz gribi aşısının güvenilirliği ve özellikle aşının içerdiği ''skualen'' maddesi ile ilgili tartışmalara da değinen Usluer, Türkiye'de adjuvan (aşının bağışıklık yapma gücünü artıran madde) olarak, ''skualen'' maddesini içeren H1N1 inaktif aşısının uygulanacağını belirtti.

Usluer, ''Skualen bir çok aşıda kullanılan, deneyimin olduğu bir adjuvandır. Kayron firmasının 1997 yılında ürettiği, skualen içeren grip aşılarının, uygulanan 20 milyon dozunda ciddi bir yan etki görülmemiştir'' şeklinde konuştu.

Türkiye'de domuz gribi aşısının Dünya Sağlık Örgütü'nün önerileri çerçevesinde risk gruplarına uygulanacağını hatırlatan Usluer, aşının eczanelerde satılmayacağını, sadece sağlık kuruluşları tarafından uygulanacağını söyledi.

KORUNMA
Usluer, domuz gribinden korunmak için el hijyenine dikkat etmek, kapalı ve kalabalık ortamlarda bulunmaktan kaçınmak, hapşırırken ve öksürürken ağzı mendille kapatmak gerektiğini bildirdi.

Hasta kişilerin maske kullanmalarını da öneren Usluer, ameliyathane tipi maskelerin korunmada yeterli olduğunu, özel koruyucu N95 tipi maskeye gerek bulunmadığını söyledi.

17 Ekim 2009 Cumartesi

Bebeklerde ishal tedavisi nasıl olmalı.


İshal, dışkılama sayısındaki ve miktarındaki ani artış olarak tanımlanır. İshalin en büyük tehlikesi vücudun normalden fazla sıvı kaybına bağlı olarak kurumasıdır. Bu durum, dil ve ağız içinin kuruması, az işeme, ya da koyu ve kıvamlı idrar yapma gibi işaretlerle kendini gösterebilir. İshal tedavisinin esas amacı vücudun sıvı kaybını önlemektir.

Neden olur?
İshalin en sık nedeni el-ağız yoluyla bulaşan mikroplardır. Virüslar, en sık rastlanan nedenlerdir. Bazen bakteri ve parazitler de, ishale yol açabilir. Ender olarak besin allerjisi ve fazla meyva suyu içmek de ishal nedenidir. Eğer çocuğunuzun, 1 günde, 1-2 defa dışkılaması varsa, bu, muhtemelen çocuğunuzun alışık olmadığı bir şey yemesine bağlıdır. Ayrıca, 2 günden uzun süren sıvı ağırlıklı beslenme de sulu dışkılamaya neden olabilir.
Nasıl seyreder?
İshal, bir kaç günden haftaya dek sürebilir. Çocuğunuzun ishal ile kaybettiği sıvıyı yerine koyması için yeterli miktarda sıvı alması gerekmektedir. Dışkının hemen katıya dönmesini beklemeyin.
Evde neler yapmalı?
İshalin ana tedavisi, sıvı alımının artırılması ve diyet değişikliğidir. Uygun diyet tedavisi ishalin ağırlığına ve çocuğunuzun yaşına bağlı olarak değişmektedir. Çocuğunuz günde 4 kezden fazla sulu dışkılama yapmadan diyetini değiştirmeyin.
Mama ile beslenen 1 yaş çocuklar; sulu ve sık ishal olduğunda; mamaları, laktoz içermeyen sindirimi kolay mamalarla değiştirilebilir. Bunu doktorunuza danışın. Su yerine, dengeli elektrolit solüsyonu olarak bilinen ve eczanede satılan sıvılardan doktorunuzun önerisiyle faydalanabilirsiniz.
Eğer çocuğunuzun ağır derecede ishali varsa ve koyu renkli, az miktarda idrar yapıyorsa, kilosu başına en az 10ml olacak şekilde bu solüsyonlardan içebilir. Sıvı miktarını hiç bir zaman kısıtlamayın.
Normal mamaya dönerken doktorunuzun önerilerine uyun.
2 yaşından büyük çocuklar (sık ve sulu ishali olduğunda); sofra yemekleri yiyebildikleri için mamayla beslenmeleri gerekmez. Pirinç, ekmek, kraker, havuç, patates, muz, elma püresi, kızarmış ekmek gibi besinler bu durumda uygundur. Tuzlu krakerler çocuğunuzun ihtiyacı olan tuz miktarını karşılamasına yardım eder. Sıvı kaybı varsa, doktorunuzun önereceği oral elektrolit ve şeker solüsyonlarını verebilirsiniz. İkinci günde, süt ve su verebilirsiniz. Meyva suları ishali arttırabilir.
Dikkat: Çocuğunuz katı besinleri reddediyorsa ona süt verin.
Anne sütü alan çocuklar (sık sulu ishali olduğunda); Hayatının ilk 3 haftasında anne sütü alan bebeğin, her beslendikten sonra normalde bir dışkılaması olur. Bazen dışkı rengi yeşil, kıvamı sulu olabilir. Dışkıda sümük, kan veya kötü koku duyulana dek normal normal sayılmalıdır.Bebeğinizin dışkılama sayısı artarsa, muhtemelen ishali vardır. Bebeğiniz emmeye isteksiz, hasta görünümlü ve ateşli olabilir. Unutmayın ki; anne diyetindeki kola, kahve ve bitkisel çaylar bağırsak hareketlerini arttırabilir .
Bebek ishal olursa, daha sık aralarla emzirin. Formül mamayla beslenen bebeklere katı gıdalar ekleyin. Ağır ishalde (sulu ve sık), bebeğinizin idrarı azalmış ise bebeğiniz fazla yorgunsa ve damar yolundan sıvı gereksinimi olabilir.
Bebeğinizin altı, ishale bağlı olarak tahriş olabilir. Bunu önlemek için, her ishal dışkısından sonra altını yıkayın ve koruyucu bir krem sürün. Bu bakım özellikle geceleri gereklidir.
Bebeğinizin altını sık sık değiştirmek de faydalıdır

Ömer Coşkun ishal için nar çiçeği kürü


Dr. Ömer Coşkun ishali gidermek için nar çiçeğini tavsiye ediyor.

• Bir su bardağı kaynar suya 1 tatlı kaşığı nar çiçeği koyarak demlendirin . Şeker veya tatlandırıcı koymadan sabah ve akşam aç karnına 1er su bardağı için.

• Patatesi haşladıktan sonra kabuğu ile birlikte aç karnına yiyin.

Ahmet Maranki - Prostat hastalığı için bitkisel çözümler


Erkeklerin ileri yaşlarda korkulu rüyası Prostat hastalığı için Ahmet Maranki'den bitkisel çözümler:

* 10 gr hazenbel, 10 gr kereviz yaprağı ya da tohumu ayrı ayrı birer litre su ile 10 dakika kaynatılır. 30 dakika demlendirilerek, sabah akşam tok karnına birer su bardağı ayrı ayrı içilir. Bu terkiplerin içilmesine Bir ay süre iledevam edilmelidir.

* 250 gr brokoli bir litre su ile 4 dakika kaynatılır. Günde bir kaç bardak içilir.

* 8 litre kaynar suyun içine 500 gr sarı kantaron konularak 40 dakika kaynatıldıktan sonra süzülür. Buzdolabında saklanan karışımdan sabah, öğle, akşam yemeklerden 1 saat önce 1er bardak içilir.

* At kestanesi, tam açılmamış servi kozalağı, mazı yaprağı, ardıç tohumu, ökse yaprağı, ayrık kökü ve maydanoz gibi bitkilerin çayları günde 3-4 bardak içilir.

* Kenevir, kereviz tohumu ile birlikte kaynatıldıktan sonra balla tatlandırılarak macun yapılıp yemeye devam edilir.

* Isırgan otu prostat büyümesinden kaynaklanan idrar zorluğunu rahatlatır.

* Bir su bardağı kaynar suya, 10 gr funda konulur. 10 dakika bekletildikten sonra günde 2-3 bardak içilir.

* Maydanoz kaynatılarak suyundan günde 3 su bardağı içilir.

* Prostat iltihabı için her gece 1 litre suda 1-2 soğan sabaha kadar bekletilerek, sabahları aç karna içilir.

El ve ayak çatlakları için krem-Suna dumankaya'dan


Doğal sağlık ve güzellik önerileri:

Suna Dumankaya'dan el ve ayak çatlaması için doğal krem tarifi:

Malzemeler:

• 150 gram ceviz yağı
• 25 gram balmumu

Hazırlanışı: Balmumu ve cevizyağını bir kaba koyarak benmari usulü ile eritin. Bu eriyiği cam bir kaba koyarak saklayın.

Bu kremi el ve ayak çatlamaları için kullanabilirsiniz.

Cilt sarkması için limon-maden suyu kürü


Suna Dumankaya Derya Baykal'ın sunduğu Deryalı Günler programında Çene altı, gıdı,ve göbek ve koldaki cilt sarkması için doğal formül önerdi.

Gayet basit ve pratik olarak hazırlayabileceğiniz bu formül cildi toparlayarak sıkılaştırıyor.

Cilt sarkmasına karşı doğal formül:

Malzemeler:

• 1 adet limon
• 1 şişe maden suyu
• 1 çay kaşığı limon yağı veya zeytinyağı

Uygulama: 1 adet limonu kabuğu ile birlikte küçük parçalara ayırdıktan sonra küçük bir kabın içinde maden suyu ile iyice yumuşayıncaya kadar kaynatın. Blendırdan geçirin. 1 çay kaşığı limon yağı veya zeytinyağı ilave edin.

Elde ettiğiniz karışımı sarkma olan bölgelere sürün. Yarım saat cildinizde beklettikten sonra peeling yapar gibi ovalayarak cildinizden temizleyin. Haftada 2 kez uygulanabilir.

Her seferinde taze olarak hazırlanmalıdır.

Feridun Kunak'tan selülit çayı


Hanımlar Selülitler için doğal çözüm...
Daha alımlı ve güzel olmak sizin elinizde...
Doktor Feridun Kunak’ın, önerdiği bitkisel çay sayesinde selülitlerinizin çoğalmasını önleyebilir ve var olan selülitlerinizin azalmasını da sağlayabilirsiniz.

Malzemeler:

• 1 tutam biberiye
• 1 tutam kiraz sapı
• 2 demet maydanoz

Hazırlanışı: Malzemelerin tamamını kaynamakta olan 3 litre suyun içine atarak, kısık ateşte, 5 dakika demlendirin. Ardından 5 dakika dinlendirin ve süzün. İçine isteğinize göre, birkaç damla limon ve 1 tatlı kaşığı bal katıp içebilirsiniz.

Ahmet Maranki mide hastalıkları için doğal çözüm


Midenin öncelikli işlevi, besinleri incebağırsağın sindirebileceği kıvama getirmektir. Mide borusunda oluşan yanmalar ve ağızda ekşimsi bir tat oluşturan geğirmeler, bir mide hastalığının belirtisidir. Bunlar gibi rahatsızlıklar ebegömeci ve keten tohumuyla giderilebilir.

Mide hastalıkları için bitkisel çözümler

* Bir su bardağı kaynar suyun içine 20 gram menekşe konularak 10 dakika bekletilir, günde 2-3 bardak içilir.

* Civanperçemi az pelinotu ile birlikte kaynatıldıktan sonra bal ile tatlandırılarak günde 3 su bardağı içilmeye devam edilir.

* Yemeklerin üstüne veya gerektiğinde 3-5 adet çiğ nohut yenir. Yemeklerden sonra midede meydana gelen ağrıları giderir.

* Bir su bardağı kaynar suyun içine 4 gram dağ reyhanı konularak 10 dakika bekletilir çay yerine içilir.

* Yemeklerden 1-2 saat sonra içilen çay yararlıdır.

* 8 litre kaynar suyun içine 500 gram sarı kantaron otu konulur. 40 dakika kaynatıldıktan sonra süzülerek dolapta muhafaza edilir. Sabah, öğle, akşam yemeklerinden 1 saat önce bir su bardağı içilir.

* Bir su bardağı kaynar suyun içine 4-10 gram zerdeçal konulur. 10 dakika kaynatılır. Günde 2-3 bardak içilir.

* Kudret narı olgun meyveleri bal ile macun yapılarak yenir.

* Bir su bardağı kaynar suyun içine 10 gram civanperçemi konularak 10 dakika bekletilir, günde 2-3 bardak içilir.

* Bir su bardağı kaynar suyun içine 10 gram kuşburnu konularak 10 dakika bekletilir, günde 3-4 bardak içilir.

11 Ekim 2009 Pazar

Metabolizma hızlandırıcı çay-Selahattin Dönmez


Malzemeler:

• 2 tane elma
• 1 tane limon
• 1 çubuk tarçın
• 1 tatlı kaşığı tane karabiber
• 1 tatlı kaşığı karanfil
• 2 ya da 3 litre su

Hazırlanışı: Elmalarla limonu 4 eşit parçaya böldükten sonra kabukları ve çekirdekleri ile beraber bir kaba koyun. İçerisine karabiberi, tarçını, karanfili ilave edip 2 ya da 3 litre suda kaynatın. Ardından karışımı süzün.

Kullanımı: Günde 3 kez öğünlerden sonra sıcak olarak içilmelidir.
Selahattin Dönmez

Elif Güveloğlu Zayıflatıcı bitki çayı


Dr. Elif Güveloğlu, İkbal Gürpınar'ın sunduğu İkbal'in mutfağı programında, zayıflamak isteyenler için bitkisel bir çay tarifi açıkladı.

Malzemeler:

* 2 tatlı kaşığı biberiye,

* 1 tatlı kaşığı mate yaprağı,

* 1 tatlı kaşığı yeşil çay,

* 1 tatlı kaşığı kekik,

* 1 tutam kiraz sapı,

Hazırlanışı : Yarım litre kaynar suyun içine malzemeleri koyduktan sonra 5-6 dakika kısık ateşte demlendirin. Günde 2–3 fincan içebilirsiniz.

Uyarı: Yüksek tansiyonu olanların bu çayı içmeleri sakıncalıdır.

Ender Saraç zayıflatıcı bitki çayı


Malzemeler:

1-2 adet avakado yaprağı

1 çay kaşığı yeşil çay

1 tutam kiraz sapı

1 tutam mısır püskülü

1 çay kaşığı rezene tohumu

Hazırlanışı : Malzemeleri 1 su bardağı kaynar suya koyduktan 1-2 dakika kaynatın ve hafifçe fokurdadıktan sonra 3-4 dakika demlenmeye bırakın.
Şeker veya tatlandırıcı eklenmeden sadece çok ince bir dilim limonla günde 2 veya 3 fincan içilebilir.

Yağ yakıcı zayıflama çayı


Kilo vermeye yardımcı yağ yakıcı zayıflama çayı tarifi :

Malzemeler:

4 çay kaşığı Yeşil çay
4 çay kaşığı Mate yaprağı
2 çay kaşığı Isırgan yaprağı
2 çay kaşığı Kekik

Yapılışı: Malzemeleri 1 litre kaynar suyun içine koyarak 10 dakika demlenmesini bekletin (kaynatmayın)

Günde 3-4 bardak tüketilebilir.

Çay hazırlanırken içine mısır püskülü,kiraz sapı ve rezene ilave edilirse çaya ödem sökücü özellik katılmış olur.

Önemli Not: Çaya şeker ve bal kesinlikle ilave edilmemeli.

Ender Saraç Doğal zayıflama: Sarımsak çayı


Doktor Ender Saraç Zayıflamaya yardımcı Sarımsak çayının tarifini verdi.
Angelina Jolie'nin bu çay ile 11 kilo verdiği söyleniyor.

Sarımsak çayı tarifi:

Malzemeler:

• 3 parça taze kök zencefil

• 3-4 diş sarımsak

• Limon suyu

Hazırlanışı: 3 iri parça taze zencefili ince ince doğrayıp ya da rendeleyip 1 litre suda hafifçe kaynatın. İyice kaynamaya başlayınca 3-4 diş sarımsağı ezerek içine ilave edin. 5-6 dakika demlendirin.

Uygulama: Sabah ve öğlen birer büyük fincan için.dilerseniz akşam da içebilirsiniz.İçmeden önce içine yarım tatlı kaşığı limon suyu koyun.Kesinlikle şeker katmayın.

İstediğiniz kiloya ulaşıncaya kadar içmeye devam edin.

Bu çay sindirime, fazla ödemi sökmeye ve biraz da yağların erimesine yardımcı oluyor.

Sağlıklı Zayıflama çayları:Mısır püskülü çayı


İlaç olarak da kullanılan mısır püskülünün içeriğindeki maddeler şunlardır: Glikoz ve maltoz gibi şekerler, steroller, reçine, potasyum tuzları ve uçucu yağ.

Mısır püskülünün tıbbi etkileri ve kullanımı : Açık esmer ya da kırmızımsı renkli hafif ve özel kokusu bulunan mısır püskülünün tıbbi etkileri ve bunlardan yararlanma yöntemleri şöyle özetlenebilir:

* Mısır püskülü sakinleştiricidir.

* Mısır püskülü Bedeni güçlendirici toniktir.

* Mısır püskülü Romatizma tedavisinde yardımcı olur.

* Mısır püskülü İdrar söktürücüdür.

* Mısır püskülü Mesane taşlarını düşürür.

* Mısır püskülü Üretrit (idrar yolları enfeksiyonu), sistit (mesane enfeksiyonu) ve prostatit (prostat bezi enfeksiyonu) hastalıklarının tedavilerinde etkilidir, özellikle ayrıkotu ve civanperçemi ile birlikte kullanıldığında daha da etkili olur.

* Mısır püskülü Çocuklarda böbrek rahatsızlıklarının giderilmesinde yardımcı olur.

Bu etkileri sağlamak üzere, mısır koçanındaki dişi çiçeklerin döllenme olayı gerçekleşmeden önce ortaya çıkan püskülleri alınır. Bunlar kurutulduğunda bazı etkilerini yitirdiğinden kurutulmadan kullanılması daha doğru olur.

Mısır püskülü çayı : 1 bardak kaynar suyun içine 2 tatlı kaşığı kuru ya da taze mısır püskülü konur. 10-15 dakika demlendirilerek elde edilen infüzyondan günde üç kez yemeklerden önce bir bardak içilir.

* Mısır tanelerinden elde edilen mısırözü yağı, sıvı bitkisel bir yemeklik yağ olarak, damar sertliğini önlemekte, kullanan kişilere bu konuda büyük yarar sağlamaktadır.

* Ayrıca kaynamış suda demlenerek içildiği zaman zayıflamada etkisi vardır

24 Eylül 2009 Perşembe

Yüksek tansiyon sebebi ve tedavisinde kullanılacak besinler

Yüksek tansiyon damarlarda seyreden kanın damar duvarlarına fazla basınç yapması durumudur. Kanın, yol aldığı damar boşluğunda birikerek damar duvarlarına basınç yapmasıyla oluşan yüksek tansiyon her zaman kendisini net ve açık bir şekilde ifade etmez. Zira çoğumuz yüksek tansiyon belli düzeyleri aşmadıkça onu fark etmez. Kalp normal şartlar altında iç boşluklarında bulunan kanı kasılarak damarlara pompalar. Kasılma anında damarlara fırlatılan bu kanın damarlara uyguladığı basınç, pompalamanın neden olduğu itme etkisinden dolayı fazladır. Bu basınca yada tansiyona yüksek tansiyon adı verilir. Damarlarda kalp tarafından pompalanan ve belli bir basınçla gerektiği organ doku ve hücrelere ulaşan kanın sonradan kullanılmayan kısmı geriye çekilerek tekrar kalp boşluklarının içine dolmaya başlar. Bu geri çekilme esnasında kanın damarlara yapacağı basınç doğal olarak daha düşük bir basınçtır. Buda küçük tansiyon yada diastolik tansiyon olarak adlandırılır. Yani kanın kalbin kasılmasıyla pompalanarak damarlara fırlatıldığı anda oluşan kan basıncı sistolik yada büyük tansiyon, kanın hücrelere ulaştıktan ve kullanıldıktan sonra arta kalan kısmının geriye çekilerek tekrar kalp boşluklarına dolmaya başladığı andaki basınç ise diastolik yada küçük kan basıncı olarak adlandırılır. Normal tansiyon 12/8 yani büyük(sistolik) tansiyon 12 ve küçük yani diastolik tansiyon ise 8'dir. Ne zaman ki bu rakamlar 13/9 ve üzerine çıkar o zaman hiper tansiyon veya yüksek tansiyon dediğimiz rahatsızlık ortaya çıkar.

Yüksek tansiyon'un en önemli nedeni gene, oksidasyonun neden olduğu toksik iltihap yapıcı radikallerdir. Oksidasyon'un strese, yanlış yaşam stiline ve yanlış beslenmeye bağlı olarak veya genetik nedenlerle aşırı düzeyde şekillenmesiyle fazla miktarda toksik radikal ortaya çıkar. Bu toksik radikallerin fazlası damar duvarlarının iç yüzeyine yapışarak bu yüzeylerde birikir ve damar çeperini adeta çamaşır makinalarının iç cidarlarındaki kireçlenmeye benzer şekilde daraltır. Çeperi, iç cidarı daralmış olan damar boşluğunda kanın eskiden olduğu üzere daha rahat şekilde ilerlemesi mümkün olmaz. Bu nedenle kan akımı yavaşlayarak damarda birikmeye başlar. Bu şekilde basıncı artan kanın damar yüzeyine yaptığı basıncının artması ile yüksek tansiyon oluşur.

aze meyve ve yeşil yapraklı sebzeler bol miktarda antioksidant C ve B vitaminleri içerdiğinden antioksidantları bol miktarda almak için gene en sağlıklı beslenme şekli olarak karşımıza çıkmaktadır.

Yüksek tansiyon'un kontrol altına alınmasında bir diğer koruyucu önlemimiz ve tedavi yöntemimiz bol miktarda omega 3 yağlarını tüketmektir.

Tablet değil de doğal yollarla omega 3 aldığınızı varsayalım. Yani haftada en az dört kez yağlı balık eti tüketiyorsunuz. Şayet sadece yağlı balık eti tüketiyorsanız yanlış. Yağlı balık etini yeşillikle veya hemen takibinde taze meyve ile tüketmek zorundasınız. Aksi takdirde omega 3 yağların mucizevi yararlı etkileri yerine zararları ile karşı karşıya kalabilirsiniz.

Omega 3 yağları yani DHA ve EPA adlı eikosonoidleri tablet yada doğal beslenme yoluyla alırken sakın beraberinde antioksidant kullanmayı ihmal etmeyin. Aksi tadirde yararlı ve antioksidant olarak bildiğiniz bu yağlar tersine oksidant olarak size zarar verebilecektir. O halde sağlıklı bir yaşam ve yüksek tansiyondan korunmada;



Omega 3+antioksidant

Hipertansiyon'un önlenmesindeki başlıca korunma mekanizmanız damar sertliğinizin giderilmesi olacaktır. Yukarıda da değindiğim üzere oksidasyon'un zararlı iltihap yapıcı toksik radikalleri damar iç çeperinde birikerek damarın çapını daraltır. Damarların iç yüzeyinde birikerek damar çeperinin daralmasına yani damar sertliği(atherosklerosis)e neden olan sadece oksidasyon'un zararlı maddeleri değildir. Ayrıca kemik gelişimi ve dayanıklığı için son derece yararlı bir madde olan kalsiyum da fazla alındığı takdirde damarların iç yüzeyinde birikerek damar daralmasına ve buna bağlı olarak ta yüksek tansiyona neden olabilmektedir. Bu nedenle kemik sağlığımız için gerekli olan kalsiyum'u bol miktarda almaya dikkat edeceğiz.

Bu nedenle damar daralmasına karşı C vitamini diyoruz. Ancak en fazla 500 mg/gün miktarının hem damar sertliği ve yüksek tansiyon'a karşı korunmada hem de C vitamininin kemik sağlığını, bağışıklık sistemini güçlendirici diğer yararlı etkilerini sağlamada yeterli olacağını bilmeliyiz.

Aynı şekilde fazla miktarların alımına abartılı şekilde kaçmaksızın kalsiyum alımı da normal sınırlar içinde olmak kaydı ile damar çeperini genişletmek ve damara elastikiyet kazandırmak suretiyle damar sertliğini ve yüksek tansiyonu gidererek son derece olumlu etkide bulunur. Ancak bu abartılı olmayan kalsiyum miktarı günde 800-1000 mg'dır. Kırklı yaşların üzerindeyseniz kemik erimesi riskini de hesaba katarak bu miktarı 1300-1500 mg yapabilirsiniz.

Ancak gerek C vitamini ve kalsiyum, gerekse de Omega 3 yağlar, koenzim Q10 ve Selenyum'la arginin ve magnezyum bunların hepsi bir paket programdır. Yani hepsini bir arada her gün gıda veya tablet halinde birlikte vücuda aldığınız takdirde damar sertliğine karşı etkili bir tedavi uygulamış olursunuz. Ancak bu şekilde yüksek tansiyon'u daha rahat bir şekilde kontrol altına almış olursunuz. Sadece bunlarda yetmez. Diğer taraftan aşağıdaki faktörleri elemek, hayatınızdan çıkarmak zorundasınız.

· Fazla yağlı özelliklede hayvansal yağlı gıdalar.

· Alkol

· Stres

· Sigara

· İnaktif, spordan uzak yaşam

· Fast food

· Çok fazla kalsiyum ve C vitamini alımı

· Omega 3, balık ve su ürünleri, sebze ve meyve yönünden fakir beslenme.



Yüksek tansiyon'u kontrol altında tutmak için mutfağınızda bol miktarda bulundurulması ve tüketilmesi gerekli gıda maddeleri;



Taze meyveler;

Kavun

Karpuz

Şeftali

Kiraz

Portakal

Kivi

Mandalina

Greyfurt

Limon

Ananas

Böğürtlen

Çilek

Kayısı

Üzüm

Muz(potasyum yönünden zengindir ki bu mineral de yüksek tansiyon'un giderilmesinde oldukça etkilidir)

Somon

Ton

Uskumru

Palamut

Hamsi

Levrek

Lüfer

Çinekop

Uskumru

Omega 3 tablet(başka kan sulandırıcı kullanılmıyorsa)

Sardalya

Mercimek

Soya fasulyesi(soya fasulyesi ve tüm diğer soyalı ürünlerdeki soya proteinleri damar sertliğini giderici ve yüksek tansiyon'u kontrol altına alıcı etkiye sahiptir. Unutmayın. Soya proteinleri kolesterol'ü düşüren, kalp ve dolaşım sistemi için son derece yararlı olan bitkisel proteinlerdir. Yani sadece içerdiği östrojen'lerle menapoz'un kontrol altına alınmasında ve içerdiği kalsiyum'la kemik erimesinin kontrol altına alınmasında etkili olmakla kalmayıp ayrıca damar sertliğini gidererek yüksek tansiyonu da önleyici etkiye sahiptir).


Sarımsak

Soğan

Yeşil biber İsoflavon'lar: Damarları genişleterek doğrudan

Zencefil tansiyonu düşürücü etkide bulunurlar. Bu yüzden

yüksek tansiyonun kontrol altına alınmasında son

Kişniş derece etili ve yararlıdır.

Keten tohumu

Tarçın

Bakla

Bezelye

Nohut

Kepek unu(öğünler arasında alınacak)

Havuç(içerdiği A vitamini tansiyonu düşüren bir vitamindir)

Salatalık

Ispanak

Domates

Az yağlı süt ürünleri

Ekstra zeytinyağı

Patates

Yeşil yapraklı tüm sebzeler

Enginar

Kereviz (özellikle enginar ve kereviz bir numaralı kalp ve damar dostudur. Hem kolesterol'ün hem de tansiyon'un düşürülmesinde oldukça etkilidir.)

Brokoli

Brüksel lahanası

Kepekli ekmek



Nihayet düzenli yapılan spor. Yani bilinçli beslenme ve egzersiz ile oluşturulan ve yukarıdaki yaptırımları eksiksiz olarak uygulayan bir yaşam stili ile yüksek tansiyon'u düşürebilir ve kontrol altına alabilirsiniz. Unutmayın.! Yukarıda önerdiklerimi yapmakla sadece yüksek tansiyon, kalp ve damar hastalıklarına karşı korunmakla kalmış olmayacak aynı zamanda kemik erimesi, stres ve depresyon, Alzheimer, Parkinson, böbrek yetmezliği ve karaciğer hastalıklarına karşı da koruyucu bir yaşam stili geliştirmiş olacaksınız.
Uğur Göğüş

Tanıtım